Bölüm 9 - Kısım 5

1.1K 174 41
                                    

"SANA DIŞARI ÇIK DEDİM!"

Rasolen'i havaya kaldırıp hızla koridorun sonuna savurdum. Ardından kapımı kapayıp kilitleme büyüsü yaptım. Rasolen'in koridordaki duvara çarpma sesi geldiğinde onu biraz hızlı attığımın farkına vardım lakin nasılsa ölmezdi. Küçükken bundan çok daha fazlasını kullanarak kavga ederdik ve görüldüğü üzere ikimiz de gayet sağlıklı bir biçimde hayattaydık. Gerçi belki de Rasolen'in kafasına çok vurmuş olabilirdim ama her neyse...

Masamın üzerine çökerken bunun ne anlama geldiğini düşündüm. Ölmemek için Kraliçe'yi mi öldürmeliydim? İyi ama neden? Kraliçenin ölümümle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Zaten roman devam ederken ölmeyecek miydi? Zeniel, Vertice ile evlenirken kral değil miydi, demek ki annesi ölmüştü. Öyleyse neden şimdi onu benim öldürmem gerekliydi?

Sorular başıma üşüşürken kapım çalındı. Ellerimle uzun siyah saçlarımı toparlayıp arkada gevşek bir topuz yaptım. Pelerinimi üzerime geçirdim. Masayı gelişigüzel toparlarken Anastasia'nın mesajının bu evrenin diliyle yer aldığı kâğıdı ufak bir büyü ile yaktım. Kendimi Rasolen'den özür dilemek üzere hazırladım.  Onun kapıyı çalması bile bir mucizeydi lakin o kaba diye benim ona böyle davranmam doğru değildi. Kilitleme büyüsünü kapıdan kaldırıp seslendim.

"Gir lütfen."

Rasolen'in yüzüne bakmadan kutuya ilerledim ve arkamdan kapının açıldığını duydum. Kutuyu açmaya uğraşırken daha henüz üzerime giydiğim siyah pelerinim sürekli önüme geçip beni engelledi.

"Üzgünüm Rasolen ama sözlerimde ciddiyim. Şu anda sana vakit ayıramam. Daha düzgün bir vakitte daha uygun bir şekilde özür dileyeceğim. Şimdilik çıkarsan minnettar olurum."

"Leydi Minel, beni biriyle karıştırdınız sanırsam. Beni kraliçe size yolda eşlik etmem için gönderdi. İsmim..."

"Ha şu asil bey. Bir saniye bekleyin lütfen. Kutuyu açtığımda size döneceğim."

"Elbette leydim lakin kraliçemiz hızlıca yola çıkmamızı istiyor. Salonun dekorasyonu ile siz alakadar olacağınız için hiç vaktiniz yok diyebilirim. Hazırlıklar ancak yetişir."

Kutuyu kapayan son püsküllü bağı da çözünce derin bir nefes aldım. Kraliçenin gönderdiği asil kişinin derin tok bir sesi vardı. Yumuşak ve sakin. O konuşurken kafamın rahatladığını söyleyebilirdim. Kraliçe yolda benimle sohbet etsin diye böyle güzel ses tonu olan birini seçmesine şaşırmamıştım. Onun zevkleri cidden de tartışılmazdı.

Kutunun kapağını kaldırırken beyaz bir elbise olduğunu görmemle gözlerimi şaşkınlıkla açtım. Kara büyücülerin beyaz giymesi... Elbiseyi tamamen çıkarırken gözlerim iyice büyüdü. Bu elbiseyi tanıyordum. Beyaz ince askılar, ön tarafı zarif ufak taşlarla kaplı, arkası derin bir sırt dekoltesine sahip, uzun bir kuyruğu olan ve bu ülkede oldukça zor bulunan satenden yapılma bir şaheser. Bu elbiseyi ben bulmuştum. Minel'in ölüm sahnesinde giyeceği elbisenin fikrini Anastasia'ya ben vermiştim. Başım dönüyordu. Yavaşça sallandığımı fark ettim. Tam o anda kolumdan tutan güçlü eller beni hayata döndürdü.

"Leydim iyi misiniz?"

"Evet, evet. Kusura bakmayın lütfen."

Gözlerimi elbiseden çekip kolumdaki ellere baktım. Esmer bir teni olmalıydı. Ellerinin uzandığı kolları oldukça gergindi. Kaslarının aldığı şekle baktığımda büyü gücü olmayan bir şövalye diye düşündüm. Rezza'nın ve kara büyücü olan askerlerin kaslarının gelişimi ile normal birinin gelişimi farklıydı. Acemi gözler ayırt edemezdi ama benimkiler öyle değildi.

Gözlerimi daha yukarı kaldırdığımda gelişimini daha tamamen bitirmediği belli olan geniş omuzlar gözüme çarptı. Gönderdikleri kişinin vücudu hala gelişmekteydi demek ki yaşı çok yoktu. Gözlerim artık iyice net görmeye başladığında başımı kaldırıp kollarımı sıkıca kavramış olan ellerin sahibi ile yüz yüze geldim. Koyu yeşil gözler, esmer ten, kahverengi saçlar ve belirgin çene kemikleri... Hayır!... diye düşündüm, hayır olmamalı...

"Adım ne demiştiniz?"

"Söyleme şansım olmadı Leydim. İsmim Morgan. Umarım yolculuğunuz sayemde iyi geçer."

O anda Anastasia'nın notunu anladım. Kraliçe püsküllere sarılmış bir şekilde ölümümü bana yollamıştı. Şimdi ise kazdığı mezarıma gömülmem için çağırıyordu. Bunu neden yaptığını bilmesem de umurunda değildi. Ben yaşayacaktım. Yaklaşık on üç sene önce Kara Kule Faciası yaşandığında başkalarını kurtarmak için kendimi tehlikeye atmıştım ama artık yirmi iki yaşındayken bu bedene gelen kız değildim. Başkentte benim için açılmış mezara gerekirse tüm ulusu gömerdim, yeter ki içine giren kişi ben olmayayım. Derin bir nefes çekerken katilim olması muhtemel yeşillere baktım.

"Morgan demek. Ne hoş bir isim. Beni yalnız bırakabilir misiniz Efendi Morgan?"

"Ama Leydim titriyorsunuz."

Ağzımdan gülmek ile hırlamak arasında bir ses çıkarken ayaklarıma sağlamca basarak duruşumu dikleştirdim. Zayıflık artık benim giyebileceğim bir kıyafet değildi.

"Size zayıf mı göründüm? Bu halimle bile tek nefeste binlerin canını alabilirim. Benim için endişelenmeyin lütfen."

Kolumu ondan kurtarırken gözbebeklerinin korkudan ötürü büyümesini izledim. Morgan... Katiliyle tanışan herkes benim kadar sakin kalabilir miydi acaba? İri bir gençti, bir seksen beş belki de bir doksan boylarında... Sağlıklı, canlı bir vücut.  Ama eksikti elbette. Canla başla istediği, sahip olmak uğruna beni öldürdüğü şeyden hala yoksundu: ÖZ...

Tırnaklarımı avucuma sıkıca bastırırken ona kapıyı işaret ettim. Önümde reverans yaptıktan sonra kapıya yöneldi ve sessizce odayı terk etti. Ben de koltuğa oturdum ve elbiseyi okşayarak düşündüm. Kraliçeyi öldürmek... Yaşamak için büyük bir bedel değildi.

MİNE(L) -1- [Kötü Kadının Bedeni]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin