Bölüm 9 - Kısım 2

1.2K 182 25
                                    

"Rasolen, sabah sabah derdin ne tanrıça adına? Çevirileri yaptıktan sonra Rezza ile yakın dövüş çalışacağım sonra ise dolaşım teorileri dersim var. Programım ağzına kadar dolu. Eskisi gibi her canın sıkıldığında kapımda bitemezsin, anla artık. Ayrıca Kara Kule'nin gelecekti Leydisi olarak büyükanneme karşı saygısızlık etmekten seni men ederim. Bir daha böyle bir şeyi ağzına almayı geçtim, aklından bile geçirme. Çocukken acımasızca benimle dalga geçtiğinde ağzımı açmamış olabilirim ama artık durum böyle değil."

Sözlerim raflardaki kitapların seyirciliğinde Rasolen'e ulaştı ama o beni duymamazlıktan geldi ve sessizlik büyüsüne parmağını sürterek onu bozdu. Ardından ben müdahale edemeden yeni bir taneyi kendisi çizerek daha yukarıya doğru itti. Benimle konuşmadan önce pelerinini kaldırdı ve yeniden koltuğa oturdu. Sakin yüzüne bir buse kondurarak bana döndü. Rasolen'i severdim ama gülümsemesi... Genellikle bana bakarken şu anki gülümsemesini takınmazdı. Bana verdiği gülücüklerde daha fazla ruh olurdu. Şimdi yine o ruhsuz gülümsemelerden birini yüzüne oturtmuştu. Bazen ben küçükken sırf ufak bir göle düştüm diye benim yanımdan bir hafta boyunca ayrılmayı reddeden Rasolen'i kaybettiğimi düşünüyordum.

Rasolen bakışlarımdaki hoşnutsuzluğu fark edince gülümsemeyi bıraktı ve karşımdaki koltuktan kalkıp yanıma oturdu. Kolunu omzuma atıp yavaş yavaş okşarken daha sakin bir sesle konuştu.

"Daha ne kadar abartabilirsin acaba? İkimiz de çocuktuk Minel. Artık aramızın daha iyi olduğunu düşünüyordum. Ayrıca Kara Kule'nin gelecekteki vârisi mi? Senin vârislik ile tek alakan ancak gelecekte onlardan birini karnında taşıyabileceğin gerçeği. Güldürme beni."

Yine benimle uğraşıyordu. Rasolen'in şu hayatta yapmaktan en çok zevk aldığı şey beni sinirlendirmekti ve hakkını vermek gerekirdi ki bu işte gerçekten de başarılıydı. Kaşlarımı çatmamaya çalışarak muhabbeti değiştirmek üzere bir adım attım.

"Yani Kraliçe senden büyükbabanla konuşup prensesin ruhunu nereye sakladığını öğrenmeni mi istiyor?"

"Neden kayınvalidene sen sormuyorsun? Aklını okuyacak halim yok elbette lakin öyle olduğunu düşünüyorum. Mektupta sadece büyükbabamın ilk döngüsünün tamamlandığı ve eğer itiraf etmezse diğer döngünün yakın bir zamanda başlatılacağı yazıyordu."

Döngüler... Bu evrenin ceza sistemi bizimkilerden oldukça farklıydı. Eğer gerçekten büyük bir suç işlerseniz –bu durumdaki büyük suç Yüce Cenaplarının kutsamaya gittiği bebek prensesin ruhunu çalmasını oluyor- cezanız işkence ya da ölüm olmuyordu. Kara büyücülerden oluşan bir grup sizin için yeni bir evren yaratıyorlardı. Etten kemikten vücudunuz buradayken zihniniz onların oluşturduğu evrene gidiyor, orada bambaşka bir hayat yaşıyordu. Doğuyor, büyüyor ve neredeyse tamamı saf zihinsel acıdan oluşan bir hayat geçiriyordunuz.

Mesela bazen kimyasal savaşın ortasındaki bir çocuğun bedeninde uyanıp değer verdiğiniz kardeşlerinizi korumaya çalışıyordunuz lakin işin sonunda onların ölümüyle yüzleşiyordunuz, bazen de bir anne olarak uyanıp uyuşturucu bağımlısı evladınızın gözlerinizin önünde yitip gitmesini izliyordunuz. En azından benim hayal edebileceğim en büyük acılar bunlardı lakin asıl işkencecilerin daha yaratıcı olduğuna şüphe yoktu.

Döngülerde yaşadığınız hayatı gerçek zannettiğinizden ötürü zihinsel acınız oldukça büyük oluyordu. Değer verdiklerinizi koruyamamak, yetersizlik hissi, varoluştan gelen problemler... Herkesin döngüsü farklı oluyordu elbette. Açıkçası Yüce Cenaplarının kendi döngüsünde ne tür bir hayat yaşadığına dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Yine de döngüden uyandığınızda her şeyin bir yalandan ibaret olduğunu fark etmek daha da kötü oluyordu. Çünkü işkencecileriniz yani kara büyücüler onlara istedikleri şeyi vermezseniz sizi yeni bir döngünün içine yollamak için hazır bekliyor oluyorlardı.

Tüylerim diken diken olurken başımı salladım. Bu tür şeyleri düşünmeme gerek yoktu. Başkentte uzaktaydım ve ülkenin en güvenilir şehrinin içindeydim. Ben zihnimi toparlarken Rasolen çoktan yanımdan ayrılmış, odayı boydan boya arşınlamış ve masamın önünde durarak çeviri için gelen kâğıtları kurcalamaya başlamıştı. Dağıtmasını önlemek için hızla yerimden kalkarak ona müdahale ettim. Zaten vaktimi çalıyordu bir de başıma yeni işler çıkarmasaydı.

"Dokunma şunlara karıştıracaksın."

Kafasını sallayıp kâğıtlardan uzaklaşan Rasolen ellerini arkasında birleştirdi ve birkaç büyük adımda rafların bulunduğu kısma ilerleyerek kitapları incelemeye başladı.

"Kutsal metinleri bu denli hızlı anlayıp çözmene hayret ediyorum. Hem de üç kutsal dili birden anlayabiliyorsun. En büyük öz ile doğan kara büyücü, kutsal metinleri birer bilmece gibi çözebilen kız, gelecekteki kralımızın biricik nişanlısı Minel Purity..."

"Unvanlarımı bağırmana gerek yok, kim olduğumu biliyorum."

"Ama bu unvanlarda almayı en çok istediğin şey yok farkındasın değil mi? Kara Kule'nin Leydisi olamayacaksın. Sırf o aptal nişan yüzünden. Duyduğuma göre seninki hala gününü gün ediyormuş. O kadar çok leydi ile birlikte olmuş ki artık herkes senden ayrılacağına inanıyor. Gerçi bu yapılan söz yüzünden pek mümkün değil ama iddiaya varım evlenir evlenmez cariye alacaktır. Prensimiz pek yerinde durabilen biri değil gibi. Oysa biz çocukken seni ne çok severdi. Duygular da mevsimler gibi değişir dedikleri bu olsa gerek."

Kafamı kaşıyarak sandalyeme oturdum ve masaya doğru kendimi çektim. Zeniel biz çocukken beni gerçekten de severdi. Prenses doğduktan sonra Zeniel'in öldürülmesi beklense de Yüce Cenaplarının kutsamaya gittiği çocuğun ruhunu çalması üzerine pozisyonunu koruyabilmişti çünkü ruhu olmayan bir çocuk ülkeyi devralamazdı. Pek tabi büyükannemin kraliçeye olan baskıları da işin içindeydi.

Açıkçası Zeniel'in bana karşı sahip olduğu duygular hiçbir zaman umurumda olmamıştı. Buna rağmen biz çocukken her ay bana düzenli olarak mektup yollaması ve mektuplarda hissedilen çocuksu sevgisi oldukça hoştu. Lakin on yaşını geçtiğimde Zeniel'den gelen mektupların sayısı aniden azalmaya başladı. Açıkçası bu beni memnun etmişti çünkü onun bana olan ilgisi ölümümü hatırlatıyordu. Elimden geldiğince başkentten uzak durmaya çalışıyor, etliye sütlüye karışmıyordum fakat Zeniel'in mektupları bana kaderimi hatırlatan ufak taşlar gibiydiler. Bu mektuplar hem çocuksu bir tatlılık hem de ölümcül bir kaderi taşıyorlardı.

Benden uzaklaştığında çok sevindiğimi hatırlıyorum. Hatta o kadar ki Rasolen ile Zeniel'in mektuplarının tamamen kesildiği o ay boyunca gayet iyi geçinmiştik. Fakat sonrasında kafama dank etmişti. Belki de Zeniel aslında benim isteğim üzerine değil de romanda olması gereken bu olduğu için benden uzaklaşmıştı. Çünkü onun benden nefret etmesi gerekiyordu ve elbette neredeyse romanda adı geçen tüm erkekler gibi Vertice'ye âşık olması... Bunu fark ettiğimde yeni bir depresyon dalgası beni vurmuştu. Birkaç ay boyunca kimseyle görüşmek istemedim. Yemeden içmeden kesilmiştim. Ölüme adım adım yaklaşırken nasıl mutsuz olmazdım ki?

Etrafımdaki herkes prense olan aşkımdan ötürü böyle olduğumu zannettiler. Zavallı küçük çocuk aşkına karşılık bulamamıştı. Ne acı... Bir erkeği hele ki kraliyetten olan bir erkeği sevmenin bedelinin bu olacağını söylediler. O aptalların arasında yalnızca Rasolen derdimin başka bir şey olduğunu fark etmişti. Elbette o da tüm hikâyeyi bilmediği için gerçek sıkıntımın ne olduğunu söyleyemiyordu ama onun bu konuya çok dokumadan bana destek olması beni yeniden hayata bağlamıştı. Bu sebeple sabahın bu saatinde saçma sapan konuşmasına rağmen onu öldürmek yerine ona tahammül ediyordum.

"Benden ne istiyorsun Rasolen? Sadede gelmeye ne dersin?"

MİNE(L) -1- [Kötü Kadının Bedeni]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin