Bölüm 5 - Kısım 2

1.4K 202 3
                                    

O gün cenazeye gitmedim. Penceremden cenaze ateşinin dumanlarını izledim ve uzaktan da olsa kuzenim Vertice'i gördüm. Sarışın bukleli saçları ve oldukça uzaktan bile seçilebilen parlayan masmavi gözleriyle neredeyse benim zıttım gibi görünüyordu. Cenaze boyunca annesinin yanından ayrılmadı ve sürekli ona sarıldı. Giydiği yas elbisesine rağmen Vertice hala bahar gibi görünüyordu. Bir kitaptaki kadın başrolden de beklenilen tam olarak buydu doğrusu. Neyse ki cenazeden sonra annesiyle hızla ayrılmışlardı da bir de onları selamlama seremonisinden kaçmış durumuna düşmemiştim.

Cenaze bittiğinde büyükannemin pencereme doğru baktığını fark ettim. Katılmadığım için beni azarlayacaksa bile ruh halim bunu umursamama izin vermiyordu. O yüzden ona doğru düz bir bakış atıp pencereyi kapattım. Odamda yavaş adımlarla ilerledim ve aynamın karşısına gelince durup aynadaki aksimi incelemeye başladım. Vertice'in sarı saçlarına karşılık benim siyah saçlarım, Vertice'in mavi gözlerine karşılık benim simsiyah gözlerim... Bir tek ten rengimiz benziyordu. İkimiz de beyaz tenliydik ama onun teni pembe alt tonlu olup her an allık sürülmüş gibi canlılıkla parlarken benim yüzüm soluk bir kağıt parçası gibiydi. Eğer dikkatli bakarsam bu yaşımda kendilerini ufak ufak göstermeye başlamış olan siyah göz altlarımı da seçebilirdim. Anastasia gerçekten de kötü kadın karaktere uygun bir görüntü hayal etmişti. Düşündüğümde Vertice ilkbahar gibi yeniden doğuşu ve umudu temsil ediyorsa ben sonbahar gibi ölümü ve huzursuzluğu temsil ediyordum.

Bu düşüncelerle gece boyunca zar zor uyudum. Şafak söktüğünde uykusuz geceme rağmen oldukça dinçtim. Sabahın erken saatlerinde olan temiz havayı her ne kadar pencerem odama taşısa da aşağıya inip ağaçların arasında bu havayı soluma isteğimi dindiremedi. Sabahın bu saatlerinde benim bulunduğum kulede hizmetli olmayacağını bildiğimden üzerimi değiştirmeye zahmet etmeden garip elbisemsi pijamamla odamdan çıktım. Koridorun sol tarafındaki merdivenlere yönelecekken çok sessiz hıçkırıklar işittim. İlk başta umursamayarak ilerlesem de vicdanım neler olduğuna bakmadan uzaklaşmama izin vermedi ve geri dönüp prensin odasına doğru yürüdüm. Zeniel'in odasından gelen sesler onun kapısına yaklaşmamla çoğalmıştı. Ufak kapı aralığından onun çocuk bedeninin yastığa sarılı bir şekilde titrediğini gördüm. Anlaşılan minik prens ağladığı anlaşılmasın diye ağzını yastıkla örtmeye çalışmıştı ama odalarımız bu denli yakın olduğundan bu durumu benden gizleyememişti.

 Anlaşılan minik prens ağladığı anlaşılmasın diye ağzını yastıkla örtmeye çalışmıştı ama odalarımız bu denli yakın olduğundan bu durumu benden gizleyememişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Odanın kapısını yavaşça iterek sessiz adımlarla içeriye girdim. Zeniel'in ağlaması yerini derin iç çekmelere bırakmıştı. Ufak adımlarla önüne geldiğimde Zeniel'in sarıldığı yastığı ondan çekerek aldım ve komodindeki suyu içmesi için ona uzattım. Yastığını ondan çekmemle şaşırsa da uzattığım suyu ve beni fark ettiğinde yakalandığını anlayarak kızardı. Kafasını sallayıp başını tekrardan yatağa gömdüğünde babasını yeni kaybetmiş bir çocuğu burada, bu şekilde bırakamayacağım farkındaydım. Ufak bacaklarımla zorlanarak da olsa onun yatağına çıktım ve yumuşak olduğunu umduğum bir tonla konuştum.

"Biraz su içmelisin Zeniel. Ağladıktan sonra su içmezsen boğazın şişebilir."

"Ağlamoyorum."

"Seni duyamıyorum. Yüzüme bakarak konuşmaya ne dersin? Hadi ağlamaktan gözlerin şişecek. Biraz su iç de kendine gel."

Zeniel hızla başını gömdüğü yastıktan kaldırdı ve sinirle bağırdı:

"SANA AĞLAMIYORUM DEDİM. BENİ RAHAT BIRAK!"

"Babanı kaybettiğin için ağlamandan daha normal bir şey yok Zeniel, olamaz da. Kendini böyle saklamak zorunda değilsin. Şimdi şu sudan bir yudum al. Eğer alırsan söz veriyorum seni artık tehdit etmeyeceğim hatta bana adımla seslenmene izin vereceğim."

Bunu söylememle Zeniel derin bir nefes aldı ve elimdeki bardaktan bir yudum su içti. Ardından oldu mu dercesine dudaklarını büzdü ve yatağın baş tarafına sırtını yasladı. Ben de babamı kaybetmiş olsam bile durumu içselleştiremiyordum çünkü gerçek şuydu ki onu tanımıyordum bile. Mine olarak yaşadığım hayatımda dâhi babamla annemin erken yaştaki ayrılığı sonucu babamı doğru dürüst tanıyamamıştım. Varlığını bilmediğiniz bir şeyin yokluğunun farkına varmazdınız. Bu yüzden Zeniel'i nasıl teselli etmem gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu.

"Sabahın bu saatinde odama susup yüzümü incelemek için mi geldin?"

"Hayır, ama konuşmak istemiyor gibisin. Babanın ölümüne karşı duyduğun üzüntüyü anlatmak istersen dinlerim. Saraya gittiğinde bu şansı bir daha bulamayabilirsin, bu yüzden şimdi içindekileri anlatıp onlardan kurtulmak senin için de en iyisi olmaz mı?"

"Babamın ölümüne karşı duyduğum bir üzüntü yok. Üzüldüğüm için de ağlamıyordum zaten. Sadece kızgınım ve sen beni anlayamazsın o yüzden anlatmamın bir manası yok."

"Bana hiçbir şey söylemeden anlamayacağımı düşünmek sence de biraz önyargılı bir davranış değil mi? Neden denemiyorsun?"

Onun haksız olabileceğimi belirttiğim an Zeniel'in kızgınlığı hızla geri geldi. Yaşının verdiği bir şey de olabilirdi ama tahminimce Zeniel, büyüdüğünde de oldukça hızlı sinirlenen bir insan olacaktı, belki de ilerideki pasif agresif tavırları çocukluğuna dayanıyordu. Ben böyle düşünürken Zeniel, bir aptala anlatır gibi yavaşça konuşmaya başladığında gülmemeye çalışarak kendimi sıktım. Bu çocuktan büyüdüğünde nefret edecektim ama şu an ısırılası bir tatlılığı vardı.

"Babam öldüğü için üzgün değilim, babam öldüğü için kızgınım. Babam yani Beyaz Lord ona insanların arasında baba dememe dahi izin vermezdi. Hiçbir zaman bana sevgi göstermedi. Sebebini bildiğim için onu suçlayamıyorum bile."

Ağladığından ötürü Zeniel'in nefesleri düzensizdi ve konuşması sıklıkla iç çekmelerle bölünüyordu. Bir süre nefesini düzenlemeye çalıştıktan sonra sözlerine devam etti.

"Senin yaşlarındayken hizmetlilerimizi konuşurken duymuştum. Babamın aslında annemin ablasına âşık olduğundan ve annem ablasını öldürdüğü için onunla evlenmeye mecbur kaldığından bahsediyorlardı. Meğerse beni sevmemesinin asıl sebebi de buymuş.
Hizmetlileri öyle konuşurken duyduktan sonra kafamda her şey yerli yerine oturmuştu. Babam beni sevmiyordu çünkü annem onun sevdiği kişiyi öldürmüştü. O andan itibaren ben de babamdan nefret ettim ve ömrüm boyunca onu affetmeyeceğime dair yemin ettim. Ama şimdi babam öldü, hem de beni korumak için. Bana bir kez bile babalık yapmamasının karşılığında ondan nefret edebilirdim ama beni kurtarırken ruhunu feda etmesi bu hakkımı da benden aldı. Şimdi beni hiç sevmemiş ve beni kurtarırken ölmüş bir babaya sahibim. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum ve bu beni öfkelendiriyor. Şimdi beni saçma bir şekilde teselli etmeye kalkma çünkü bu durumu düzeltebilecek tek adam ruhsuz bir şekilde mezarlığa götürülüyor. Anladın mı?"

MİNE(L) -1- [Kötü Kadının Bedeni]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin