Bazen avucunun içinde tuttuğun kelimeler içinde bulunduğun durumu anlatmaya yetmez, elini sıkarsın ve kelimeleri parçalarsın; o parçalar dökülürken buna sessizlik derler. Dilinde birikmiş yüzlerce cümle vardır ama hiçbiri dudaklarından kurtulup karşındaki insana hesap soracak kadar güçlü değildir.
Bazen canını yakan insanı suçlayamazsın.
Chanyeol'e ne diye kızabilirdim ki? Beni kaçırdığı için mi? Baekbeom onun babasını öldürmüşken beni kaçırdığı için mi? Korumayıp işkence etmesi gerektiği halde, hiçbir mecburiyeti olmamasına rağmen beni kollarının arasına alıp sıkıca sardığı için mi? Ona ne için kızabilirdim? Bana güven verdiği için mi? Onu sevdiğim için mi?
Olaya mantık çerçevesinden bakmadığımın farkındaydım. Ben orada kıvranırken vücudunun sıcaklığını benimle paylaşmak zorunda değildi. Bana açıklama yapmak zorunda değildi, kendi yollarıyla da olsa beni korumak zorunda değildi.
Tüm bunlar yeni yeni fark ettiğim olumlu şeylerdi.
Ben siyah beyazdım. İyiydim ve kötüydüm. Bir gülümseme bir gözyaşıydım. Kişiliğimin yerine oturmadığının farkındaydım. Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün nasihatini hiçbir zaman yerine getirememiştim. Umursamazın teki gibi görünürdüm ama en ufak bir ayrıntıyı bile karşıma oturtup saatlerce o ayrıntıyla tartışırdım.
Nedenler vardı, sebep aramalar... Belki de biraz asi ve kabullenemeyen bir tiptim. Sanırım hayatımdan kopan en büyük parça ve beni yerle bir eden kilit unsur tam olarak buydu.
Gözlerimi kırpmadan baktığım gözlerin sahibi, çemberime dışarıdan giren ilk kişiydi. Ailem ve Luhan'dan ibarettim ben, ne arkadaşım vardı ne de öğretmenlerimle samimi bir ilişkim. Yapılan esprilere gülsem de herkes gibi samimi bir kahkaha atmazdım. Gerekli bir şey olduğunda sınıf arkadaşlarımla konuşurdum ama onun dışında insanlarla selamlaşmazdım bile.
Böyle biri olmama rağmen daha önce hayatımın hiçbir bölümünde görmediğim bir adam gelmiş, içimde kocaman bir oyun açmıştı. İçimde ne var ne yok o kara deliğe gömülüyordu sanki.
Ona sarılıp bir an gözlerimi kapatsam ve her şeyi unutsam... İşte o zaman kendimi mutlu görebiliyordum. Tamamen güvenli kollar, sıcak bir beden. Korktuğumda, üzüldüğümde, utandığımda sığınabileceğim bir boyun. Masal gibi gelen bir ses, daha önce hiçbir yerde solumadığım bir koku. Park Chanyeol bunların hepsiydi.
Alevler yavaş yavaş koltuğu kaplamaya başlarken gözlerimi bile kırpmadan Chanyeol'ün alevlerin etkisiyle parlayan gözlerine bakıyordum. O da en az benim kadar ruhsuz ve boş görünüyordu, tıpkı benim gibi gözlerini bile kırpmadan gözlerimin içine bakıyordu.
Bu eve geldiğimiz ilk zamanlarda ona öğrenci olup olmadığını sorduğumda, "Kısmen," demişti. "Babamın ölümünden sonra kaydımı dondurdum. Tüm bunlar bittiğinde yakamı kurtarırsam tekrar devam edeceğim."
Yakamı kurtarırsam...
Gelecekle ilgili bir beklentisi vardı, Chanyeol'ün için umut hâlâ bir mum alevi kadar güçsüz de olsa yanıyordu. Babasının izinden gitmek istiyordu. Anladığım kadarıyla Park soyadını devam ettirebilecek bir tek Chanyeol vardı, babasının izini her yere kazımak istediğini biliyordum. Bunu yapabilecek imkân vardı elinde, geleceği parlak biri olabilirdi ama o, karanlığı seçmişti.
Şımarıktı. Bencildi. Her şey onun istediği gibi olmalıydı ama rüyalarında sürekli "Baba!" diye sayıklıyordu. Uykusunda Chanyeol'ün bütün kalkanları iniyor, bütün savunma bariyerleri yıkılıyor ve yaşını gösteren, gerçekten genç biri çıkıyordu karşıma.
"Aslında çok güçlü görünüyorsun, yenilmez profili çiziyorsun ama sen hâlâ sevgiye muhtaç, masumiyetini kaybetmemiş bir çocuktan başka bir şey değilsin."
Hemen üst katta söylemişti bunu, yarış gecesi. Sesi şimdi alevlerin arasında esiyordu.
"Bak, ben babamla büyüdüm ve hiç uzun süreli bir ilişkim olmadı. Pek bilgim yok, bana yardımcı olmazsan sana yardım edemem."
Bana yardımcı olmazsan sana yardım edemem...
Chanyeol'le birbirimize gözlerimizi kırpmadan bakarken onun aklından ne geçiyordu, bilmiyordum.
"Beni burada yalnız bırak. Hayallerini gerçekleştir," sesim bir fısıltıdan farksızdı. Chanyeol ruhsuz bir şekilde güldü.
"Seni boş vermek için çok geç... Çoktan kapıldım sana."
İstemsizce gözlerimden süzülen yaşlar çeneme yol çizip boynuma teker teker akıyordu.
"Dur," dedi fısıldayarak. "Dur lütfen."
"Yapamıyorum," sesim gözyaşlarım yüzünden titrerken bana sıkı sıkı sarıldı ama bunun sebebi kaçmamı engellemek değil, gerçekten sarılmasıydı.
"Şşt," Parmakları saçlarımı okşarken arabadan gelen seslerle Chanyeol'ün arkamdaki kapıyı ve kendi kapısını açması bir olmuştu. İkimiz de arabadan atlarken duman yüzünden tişörtümle burnumu kapatmaya çalışıyordum. Chanyeol yanıma gelip beni kenara çekmişti. "Bu sadece fragmandı, gerçekten korkmuyor musun ölümden?"
Korkmuştum. Deli gibi korkmuştum ölecek olmaktan. Boğazımdan kaçan hıçkırık arabadan gelen patlama sesiyle karışmıştı. Chanyeol beni yavaşça kucağına alırken başımı boynuna yasladım. "Bu oyun bitecek. En kısa zamanda bitecek ve ikimiz de sonucunda mutlu olacağız."
"Kimse ölmeyecek," Chanyeol'ün boynuna doğru fısıldamıştım. Chanyeol'ün başını olumlu anlamda salladığını hissedebiliyordum.
"Kimse ölmeyecek." Tebessüm edip gözlerimi kapatmıştım Chanyeol'ün bu cümlesiyle. Güven veriyordu.
issena asla bölümü bekletme, hemen yaz diye zorbalamadı beni.
Ve evet, diğer bölümü final yapıyorum. 🙌