"Arabayla mı gideceksin?" diye sordum bardaktan boşalırcasına yağan yağmura aldırmadan. "Arabayla gideceksen aldıklarımı sen götürür müsün? Ben biraz yürüyeceğim."
"Bu havada mı?" diye sordu Chanyeol kaşlarını çatarak.
"Ev o kadar da uzakta değil. Hem biraz kafamı dağıtmış olurum. Merak etme, telefon, kredi kartı hepsi sende. Kurallarının dışına çıkmayacağım."
Yüzünde derin bir ifade vardı ama ona aldırmadan yürümeye başladım. Daha birkaç adım atmamla birlikte sırılsıklam olmuştum ama yağmura kucak açtım, içimde yanan her kelimenin kurtarıcısı oluyordu damlalar. Dilimde zehir gibi biriken ama dudaklarımdan kaçamayan kelimeler... Ben kuralsız yaşayan biriydim, kafama göre ne istersem yapardım. Birini öldürmeden önce düşünenlerden değil de öldürdükten sonra düşünenlerdendim.
Ne kadar acımasızdı. Benimle öpüşeceksin, yatacaksın demesinden çok benim ilgiye muhtaç olduğumu yüzüme vurması canımı yakmıştı.
Artık yıkmaya başladığı şey buzlar değil, bendim belki de.
Kötü olan şey ise korkunun ve endişenin yanında tiksinti veya başka bir olumsuz duygunun olmamasıydı. Dudakları bana değdiğinde gerçekten korkmuş ve ürkmüştüm ama midem bulanmamıştı. Tiksinmemiştim.
Düşünceli bir şekilde kaldırım kenarında yürürken tam arkamdan korna sesi yükseldi. Omzumun üstünden geriye baktığımda Chanyeol'ün yeni arabasını gördüm, yağmur yüzünden zar zor seçtiğim yüzü ifadesiz görünüyordu. Bir süre ona baksam da aldırmadan yürümeye devam ettim.
Chanyeol bir kez daha kornaya bastı ama bu sefer uzun sürmüştü. Kornanın sesinde Chanyeol'ün sesini duyar gibi olmuştum, beni azarlıyordu. Ama onu görmek istemiyordum ve belki yağmurun saflığı beni bu hastalıklı düşüncelerden kurtarırdı. Ki zaten bu hastalıklı düşüncelere bir yenisi daha eklenmişti: İçimde bir yerlerde bir başka Baekhyun zıplayarak el çırpıyor, Chanyeol'ün peşimizden geldiğine seviniyordu.
Chanyeol çevredeki insanların bize bakmasına neden olacak şekilde bir kez daha kornaya bastı, kenarda şemsiyenin altında duran çift bizi izliyordu. Aldırmadan yürümeye devam edecektim ama arabanın kapısının kapanıp açılma sesini duydum, birkaç saniye sonra Chanyeol kolumdan tutup beni durdurdu.
"Derdin ne?" diye sordu yağan yağmurda ıslanırken. Tam ağzımı açmış karşılık verecekken o kadar gürültülü bir şimşek çaktı ki ürkmeden edemedim. Chanyeol korktuğum için daha dikkatli bakıyordu bana. "Bin şu arabaya."
"Yürüyerek gitmek istiyorum," Chanyeol kaşlarını çattı.
"Şimşekten korkuyorsun, bin arabaya."
"Chanyeol, beni rahat bırak."
Aldırmayıp beni çekiştirmeye başladı ama ellerinden kurtulup onu ittim. Çevredeki insanlara iyi gösteri çıkarıyorduk ama kimse müdahale etmiyordu. Beni kaçırdığı gece, o kafede de kimse müdahale etmemişti. İnsanlar böyleydi.
"Senin derdin ne bugün?"
"Bir derdim yok," dedim. Derdim sensin, aptal. Sen ve o dengesiz hareketlerin. Sen ve içimde tuhaf hisler uyandıran yüzün.
"Seni tanıyorum Baekhyun." Tam gözlerimin içine bakıyordu. "Sende bir sorun var bugün. Sabahtan beri bir garipsin. Luhan'ı arıyorsun ama yerini söylemiyorsun. Belki de söyledin ama beni oyalamaya çalışıyorsun."
Ruhsuz ruhsuz güldüm. "Tabii, sana yalan söylemem çok mümkün ya zaten."
"O zaman sorun ne?" Elimi başıma götürdüm. Yağmur yüzünden her şey pusluydu. Ona cevap vermeyip başımı iki yana salladım. Chanyeol bir cevap arıyormuş gibi yüzüme bakıyordu, normalde beni rahatlıkla çözerdi ama şimdi ne olup bittiğini anlamakta güçlük çektiğini görebiliyordum.