Öğleden önceki dersler baş ağrısıyla boğuşmakla geçti ama ağrı gitgide azalmaya başlamıştı ve sonunda kendime gelebildiğimde yemekhanede Yuta'nın arkadaşlarıyla birlikte oturuyordum. Hemen yanımdaki sandalyede Chanyeol sessizce yemeğini yiyordu. Suho ve Sehun ise ortalarda görünmüyordu.
"Siz ikiniz sevgili misiniz?"
Masada dönen muhabbete katılmıyordum ama zamanın geçmesi için onları dinlemeye koyulmuştum. Bu soruyu soran Kinya'ydı, kime sorduğunu görmek için başımı kaldırdığımda bir bana, bir Chanyeol'e baktığını gördüm. Chanyeol'e baktığımdaysa açık kahve gözlerini kısmış, Kinya'ya bakıyordu.
"Chanyeol ve ben mi?" dedim umursamaz bir şekilde, hatta eğlenerek. "Değiliz."
"Akraba mısınız peki?" Bunu genellikle muhabbete katılmayan Haru sormuştu. Bugünden itibaren beni arkadaşı olarak görmeyi kabul etmişti sanırım. Kolunu Sakura'nın boynuna sarmıştı ve Sakura da sırtını Haru'nun gövdesine yaslayarak garip bir pozisyonda oturuyordu.
"Hayır," dedi Chanyeol. "Ama kan bağımız olsa bu kadar yakın olamazdık." Bana tatlı tatlı gülümsedi.
"Ya, sormayın." Ben de yapmacık bir şekilde Chanyeol'e gülümsedim. "Abim gibidir. Çok severim kendisini."
"Abin batsın." Chanyeol bunu sadece benim duyabileceğim şekilde söylemişti.
Haru kıs kıs gülerken diğerleri de sırıtıyordu. O kadar mı komik görünüyorduk?
"Aileleriniz dost falan mı?" Chanyeol güldü ama benim içimden somurtmak geldi. Bu soru gerçekten de ironikti. Baekbeom, Chanyeol'ün babasını öldürmüştü, babam Baekbeom'u bu konuda tam mânâsıyla destekliyordu ve Chanyeol de beni öldürmek istiyordu. Ne muhteşem aile dostluğu ama!
Chanyeol, "Evet," derken ben gözlerimi devirdim ama neyse ki bunu fark eden olmadı.
Okulda kayda değer tek konuşma bu oldu. Bunların dışında Sehun ve Suho'nun neden ortadan kaybolduğunu sonradan anlamıştım; eve gitmiş ve hepimize birer plaj çantası hazırlamışlardı. Suho bana pembe bir plaj çantası attığında neredeyse baygınlık geçirecektim, pembe rengini sevmeyen bir insan olarak bu renk bana çok ağır gelmişti. Neyse ki deniz şortum kül rengindeydi.
Çıkışta toplanıp deniz kenarında bir villaya gittik, toplam altı araba vardı ve yirmiye yakın öğrenci geliyordu. Chanyeol parti gibi bir şey olacağını söylemişti ve bunu duyduğum anda hevesim kaçmıştı. Kalabalık ortamları sevmezdim.
Chanyeol el frenini çekerken ben şaşkınlıkla geldiğimiz yere bakıyordum, o kadar güzeldi ki.
"Zengin olmadığını bu kadar belli etme." Chanyeol'ün sesi ifadesizdi ama eğlendiğini anlayabiliyordum. Ona aldırmadım.
"Burası çok güzel." Şaşkınlıkla dolu sesime Chanyeol gülerek karşılık verdi.
"O kadar da güzel değil," dedi burun kıvırarak. Ona inanamıyormuş gibi baktım.
"Burası mı güzel değil?" Chanyeol'ün kahverengi gözleri yüzüme döndü ve bir süre beni inceledikten sonra sırıttı, sonra başını iki yana sallayıp arabanın kapısı açtı ve dışarı çıkmadan önce bana döndü.
"Bir ara güzel mekân nasıl olurmuş sana gösteririm." Gözlerimi kıstım. Zenginlerden nefret ettiğim daha kaç bin defa söylemem gerekiyordu acaba? Chanyeol dışarı çıkıp kapıyı kapatırken ben de arabadan indim. Nemli hava ve tuzlu su kokusu... Bir elimle arabanın kapısını tutarken dalgın gözlerle önümüzde uzanan denize baktım; esen rüzgâr denizin tenine dokunuyor sanki onunla sevişiyordu. Dalgaların kıyıya vuran seslerini duyabiliyordum. Rüzgârın etkisiyle alnıma düşen saçlarımı geriye iterken arabanın kapısını kapattım ve Chanyeol'ün arkasından yürümeye başladım.