"Aslında çok güçlü görünüyorsun, yenilmezi oynuyorsun ama sen hâlâ sevgiye muhtaç, masumiyetini kaybetmemiş bir erkek çocuğundan başka bir şey değilsin."
Zihnim sanki duman altındaydı, bir bulutun içinde kalmışım gibi etrafım beyaz dumanlarla doluydu. Aslında daha çok, fazla sigara içilmiş kapalı bir alanda gibiydim: loş ışık, derin bir sessizlik ve havaya dolan sigara dumanı. Kulaklarım uğulduyordu ve tenimi yalayıp geçen yakıcı bir acı vardı. Üşüyordum. Hayır, yanıyordum. Bu garip bir duyguydu, aşk ve nefreti birbirine karıştırmak kadar garipti hem de.
Benim oğlum çok başarılı olacak.
Babamın sesi. Babamın saçlarımı okşayan eli. Akrep ve yelkovanın dansı durmuş gibiydi. Neredeydim, kaç yaşındaydım, hiçbir fikrim yoktu. Ama babamın sesini duymak içimin buz kesmesine ve nefret duymama sebep olmamıştı. Küçük bir çocuk gibi hissediyordum kendimi, ne kadar kızarsa kızsın, ne kadar vurursa vursun yine bir dondurma için ona şirin gözükmeye çalışan bir çocuk...
Annem, babamın hep bir erkek evlat daha istediğinden bahsederdi. Daha ben annemin karnıdayken bile tutumunun, Baekbeom'a davranışlarından çok daha farklı olmaya başladığını anlatırdı. Babam belki gerçekten de seviyordu beni. Bana ne kadar kızsa da bağırsa da benim onu sevdiğim gibi o da beni, ne kadar sinirlense de el kaldırılabilse de seviyordu.
Ama bir noktadan sonra bunu hissedemez olmuştum. Bana bağırdıktan sonra gelip özür dilese de ses tonunu ve laflarını unutamıyordum. Beni yönetmeye çalıştığını anladıktan sonra onun için bir evlat değil de kuklaymışım gibi hissetmiştim kendimi. Küçük bir erkek çocuğuna benzeyen bir kukla. Yine de o kadar kavgamız olmuştu ki istemesem de bir noktadan sonra bana sarf ettiği sözler uçup gidiyordu aklımdan. Ama ona dair, ömrüm boyunca unutamayacağım tek bir anı vardı.
On altı yaşındayken babamla ilişkimiz o kadar kopuktu ki aynı evde yaşamamıza rağmen aynı sofraya oturmuyorduk. Bir akşam annem ve babam film izliyordu, ben de odamdaydım. Bir ara su içmek için mutfağa gittim. Babam gülüyordu, zaten ya filmlere ya da diğer insanlara gülerdi. Salondan gelen seslere aldırmamıştım, ta ki filmde geçen bir replik üzerine annemin yönelttiği soruya kadar.
"Hiç âşık oldun mu?" diye sordu annem, babama.
"Olmuşumdur," dedi babam garip bir sesle.
"Kime?" diye sordu annem gülerek. Gülmüştü ama bunu öylesine soruyormuş izlenimi vermek için yaptığına emindim.
Ama babam sana demedi. Sustu. Sonra duyabildiğim tek ses televizyonun sesi oldu.
Gözlerim açılmadan hemen önce bilincim yerine geldi.
"Kahretsin," diye inledim. Rüyamda hissettiğim o yanma ve üşüme çelişkisinin sebebini anlamıştım. Odamın penceresi açıktı ve yağmur yağıyordu. Üstüme hiçbir şey örtmeden öylece yatağa yatmıştım, üstümde yarışta giydiğim o şort vardı. Resmen donuyordum. Yataktan destek alıp doğruldum ve komodine uzanıp gece lambasını açtım.
Kaç saattir uyuyordum bilmiyordum fakat kendimi hiç de dinlenmiş hissetmiyordum. Ayrıca eklemlerim sızlıyordu. Karın ağrımdan bahsetmeme gerek bile yoktu, birkaç ayda bir böyle işkence çeken biri olarak hiç da bağışıklık kazanmamıştım. Biri kaslarımı tek tek kesiyormuş gibi bir histi. Hele bazen öyle bir sancı saplanıyordu ki nefes almayı unutuyordum.
Aku karın ağrısı adında bir hastalığım vardı. Aslında bu hastalığın hafif safhaları da vardı ama ben o hafif safhada değildim, bu kesindi.
En kötüsü de bu dönemi tek başıma atlatmak zorunda olduğum gerçeğiydi. Korede annem vardı. Babam, hatta Baekbeom bile hastalığımdan haberdardı. O yüzden bilmem kaçıncı serumumu yerken bile yanımda durup bana yardımcı oluyorlardı. Hastaneye gitmediğim zamanlarda hayatım resmen cehenneme dönüşüyordu.