"Seçeneklerimin arasında," yerde hakiki kürk bir halı...
Gözlerimi odada dolaştırmamın ardından ona çevirdim. Gözleri artık ifadesiz değil, acımasızdı. Duruşunda bile istese dünyayı yakabilecekmiş gibi bir hava vardı. Bense başımdaki acıyla bile baş edemiyordum. Kendime kızıp gücümü biraz daha topladım ve ayağa kalkmayı başarabildim.
"Acın hafifleyecek mi sanıyorsun?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. Cevap vermedi. Öfkeyle ona doğru yürümeye başladım, ağrının tesiri buraya kadardı.
"Acın hafifleyecek mi sanıyorsun?" bu kez bağırmıştım. Hissiz bir ifadeyle suratıma baktı. "Ben hiçbir şey yapmadın!"
"Beni kışkırtma," dedi duygusuz bir sesle. İlk önce gözlerini gözlerimden çekti, ardından odanın köşesinde duran masaya yöneldi. Ona vurabileceğim herhangi bir şey arıyordum.
Chanyeol bir bardağa su koyup bir yudum içti, sonra beni görmezden geldi ve bardağı elinde çevirip incelemeye başladı. Zengin avukatların önünde duran dava dosyasını incelerken, kristal içki bardaklarındaki içkiyi incelemelerini andıran anımsatan bir görüntüydü bu. Bunu görmek kanımın donmasına sebep oldu, bu küçük harekette bile avukat olan babasından kalan yankıları taşıyormuş gibiydi. Babasını tahminimden daha çok seviyor olmalıydı. İçimde bir şeylerin parçalara ayrıldığını hissettim; Baekbeom genç bir adamın elinden her şeyini almıştı. Bedeli, ben olacaktım. Bedeli, ruhum olacaktı.
"Biliyor musun..." dedi içine düştüğüm dehşetten habersiz bir şekilde. "Babamın cesedi karların arasında bulundu." kahverengi gözleri tekrar bana döndü. Olduğum yerde öylece dururken bunları duymak istemiyordum. "Soğuğu hissediyor musun?"
"Luhan senin kim olduğunu onlara söylemiştir," dedim onu duymazdan gelerek ama korku içimde yavaş yavaş yükseliyor, göğüs kafesimi aşarak kalbimi sıkıştırıyordu. "Evlerinize, size ait olan her yere bakacaklardır. Buraya da bakacaklar."
Güleceğini sandım ama gülmedi ve gözlerindeki o ruhsuz alay yine ortaya çıktı. Bana doğru yürürken bir adım geriledim ve sırtım gömme dolaba çarptı. Kalp atışlarım hızlanırken hissettiğim korkunun yakıcılığına rağmen ona meydan okuyan gözlerle baktım.
"Bu dağ evini babamla beraber yapmıştık," dedi alay eder gibi.
"Kimsenin burayı bildiği yok."İçimdeki çaresizlik, artık buna verebilecek bir cevabın yok, dedi.
Chanyeol, insanın kendini rahatsız hissetmesini sağlayan bir dikkatle gözlerini bedenimde gezdirdi. Bana dokunmazdı, değil mi?
O kadar ileri gitmezdi."Onu karların içinde öldürdü," diye birden bağırınca ürktüm. "Soğuk. Soğuğu hissediyor musun?"
"Ruh hastası," diye mırıldandım titreyen bir sesle. Ondan korkmam hoşuna gitmiş gibiydi. Dudakları bir gülümsemeyle bükülürken gözleri hiçbir şey hissetmiyormuş gibi bomboş bakıyordu. Yine hiçbir suçumun olmadığını anlatan cümleler dilimde sıralandı ama bir işe yaramadığını bildiğim için onları yuttum. Öylece gözlerinin içine baktım. Merhamet... Bana biraz merhamet göstermesini bekliyordum.
"Üşüyor musun?" diye sordu üşüdüğüm apaçık ortada olmasına rağmen. Kazağımın kollarını ellerime kadar çekmiştim ve titriyordum.
"Bana cevap ver," dedi. Gözlerindeki öfke gitgide artarken deli falan olmadığını görebiliyordum. Aklı tamamen yerindeydi, belki de canını yakan buydu. Belki de delirmeyi tercih ediyordu. Fiziksel olduğu kadar duygusal açıdan da çok güçlü olduğunu fark ettim.
Ben onun karakterini incelemekle meşgulken aniden yüzüme çarpan su donup kalmama sebep oldu. Gözlerim ilk başta refleks olarak kapandı ama ardından boynumdan süzülüp içime akan su gözlerimin açılmasını sağladı. Chanyeol'ün melekleri kıskandıracak derecede güzel yüzü bir adım ötemde, şeytanları kıskandıracak kadar karanlık bir ifadeyle öylece duruyordu. Elinde duran ve az önce dolu olan bardağa baktım.