2

1.5K 134 67
                                    

Zihnimdeki anı defterinde geriye doğru hızla çevrilen sayfaların sesini işitir gibi oldum ve gözlerimin önüne saldırıya uğradığım o akşam belirdi. Çalıştığım kitapçının raflarında biriken toz tanelerinin romanlara karışan kokusu burnuma dolarken hızla çektiğim siyah sırt çantamın fermuarının sesini işitir gibi oldum.

Gözlerini dahi kırpmadan bana bakan kahvenin en güzel tonundaki gözleri düşündüm ve düşünmemek için lavabonun mermerine yaslanmak zorunda kaldım. Bir süre ne yapacağımı şaşırmış bir hâlde öylece gazete kupürüne bakakaldım. Keşke sararan bu gazete sayfaları gibi üzerinde yazan acı da eskimiş olsaydı.

Hızla gazete sayfasını katlayıp cebime atarken acele adımlarla tuvaletten çıktım. Burdan gitmeliydik. Hem de hemen. Tekrar içeri giderken arka cebime sıkıştırdığım bu kâğıt parçasının, adımlarımı nasıl bu denli ağırlaştırabildiğini düşündüm. Luhan'ı nasıl uyaracağımı, olanları nasıl aktaracağımı bilmiyordum. Tek yapabildiğim telaşlı bir şekilde içeri dönmek oldu. Chanyeol'ü yalnız görünce bir an kalbim duracaktı. Luhan neredeydi?
Yüzümdeki ifade nasıldı bilmiyordum ama onun yaslandığı yerden doğrulamasına sebep oldu.

"Bir sorun mu var?" diye sordu ifadesiz bir sesle.

"Luhan nerede?" diye sordum panik yapmamaya çalışarak ama artık çok geçti. Kayış çoktan kopmuştu. Şu an karşımda duran kişi bir zamanlar beni öldürmek istemişti ve bu gerçek aramızda asılı dururken ne kadar istesem de sakin kalamıyorum.

"Biri aradı," kes, dedi gözlerini kısarken. "Dışarıda şu an."
Hiç cevap vermeden masanın yanından geçip çıkışa yöneldim ama daha birkaç adım atmışken güçlü bir el bileğimi kavradı. Tenime saplanan parmaklar ruhuma kadar ulaşırken kalp atışlarımın hızlandığını hissettim. Korkuyordum.

"Bir sorun mu var?"

Sanki elektrik çarpmış gibi elimi hızla çektim. Bir şeyler olduğunu çok belli ediyordum ama bu elimde değildi; patlayan silahın ve büyük bir feryatla etrafa saçılan camın sesi mantığımı dinleyen tarafımı sağır etmişti.

"Dokunma bana," dedim en azından sesimi ifadesiz tutmaya çalışarak. Yine de sesim fazla yüksek çıkmış olmalı ki kafede oturan birkaç insan dönüp bize baktı. Chanyeol bakışlarını çevresinde dolaştırırken yüzü ifadesizdi.

"Sendin," dedim çevremizdeki kalabalıktan cesaret alıp. Yüzüm kaskatıydı. "Beni öldürmek isteyen sendin."
Dudaklarından hem şaşkın hem alaycı bir ses döküldü ama gözleri ciddi bir tehlikeyle parlıyordu. "Sen iyi misin?"

"Park Chanyeol," dedim sesimin titremesine engel olamasam da. "Yaklaşık bir yıl önce öldürülen Park Sung-jin'in oğlu."

Babasının ismini ağzıma almam artık son noktayı koymuş gibiydi. Kolumu sertçe kavradığında kalbim o kadar kuvvetli çarpıyordu ki göğüs kafesimdeki alan kalbime dar geldi. Göz ucuyla kafenin kapısının açıldığını gördüm. O hâlâ kolumu sıkıca tutmaya devam ederken bir süre sonra Luhan yanımıza geldi.

"Neler oluyor?" diye sordu ikimizi dip dibe görünce. Ayrıca Chanyeol'ün eli hâlâ kolumdaydı ve gözlerini gözlerimden ayırmıyordu.

"Luhan..." dedim ama Chanyeol konuşmama izin vermedi.

"Eğer ölmek istemiyorsan sesini çıkarma," dedi ölümün soğukluğunu taşıyan bir ses tonuyla. Luhan afallamış, hâlâ ne olduğunu anlamamıştı. Zaten ben de bu olanlara bir türlü anlam veremiyordum. Saldırıyı her yerden beklerdim, herkes olabilirdi ama Luhan'ın sevgilisi olacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti.

"Anlamadım?" dedi Luhan şaşkın bir sesle. "Chanyeol bırak çocuğu."

"Eğer çocuğu alıp gitmeme izin vermezsen, ölürsün. Herkes bize bakıyor, hiçbir şey yokmuş gibi buradan çıkacağız. Anladınız mı?"

katil - chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin