"Onu da mı ben yapacağım?" diye sorun sorunca karnıma saplanan acıya rağmen koşar adımlarla banyoya kaçtım.
İşimi halledip banyodan çıktığım vakit yaklaşık yirmi dakika Chanyeol ortalıkta görünmeyince benimle uğraşmaktan vazgeçmiştir diye düşündüm ama elinde bir tepsiyle içeri girince yanıldığımı anladım. Bir yandan da cep telefonunu başı ile omzu arasında tutmuş, biriyle görüşüyordu.
"Ya geçmezse?" diye sordu tepsiyi komodine koyup yatağıma otururken. "Tamam. O zaman sürekli suyu değiştireceğim. Hangi ağrı kesici demiştin? Suho'nun odasında buldum bir şeyler." Karşı tarafı dinledi. "Tamam, teşekkür ederim." Telefonu kapattı.
"Neler oluyor?" diye sordum.
"Senin için yapabileceğim şeyleri öğrenmekle uğraşıyorum," dedi tepsiden su ve ağrı kesiciyi alırken. "Sabaha kadar inleyip durmanı çekemem."
Elime suyu verirken ilacı da verdi. "İç. Suho'nun odasında buldum. Karnı ağrıdığı için içiyordu."
İtiraz etmeden ilacı içtim. Ayrıca içim yandığı için suyun da hepsini içmiştim. Chanyeol bardağı aldı ve bana etrafı yumuşak, siyah tüylerle kaplanmış sıcak su torbasını verdi. "Neren ağrıyorsa oraya koy."
Dediğini yaptım. Ardından bana bir fincan uzattı. "Nane limon," diye açıkladı.
Fincanı alırken, "Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Bana sert bir bakış attı.
"Teşekkür etme."
Nane limonu hiç sevmezdim ama zorla içtim. Chanyeol de odamı inceliyordu. Sonunda dibine geldiğimde fincanı ona uzattım. Aldı ve tepsiye koydu.
"Suho'nun da genellikle karnı ağrır ama hiç böyle görmedim," dedi Chanyeol.
"Ben rahatsızım," diye açıkladım. "Hastalığım var. O yüzden birkaç ayda bir böyle tutuyor."
Bana garip bir bakış attı. "Birkaç ayda bir böyle kıvranıyorsun yani?" Hafifçe başımı salladım.
"Hastalığın tehlikeli mi?"
"Hamile kalmadığım sürece hayır."
"O ne demek?" Neden bu kadar ilgileniyordu bilmiyordum ama bebeği taşımak için uygun bir vücudum olmadığını açıkladım.
"Kocan olacak adama cidden acıyorum," diye burun kıvırdı Chanyeol. "Sana bir zararı yok mu yani?" diye sordu.
"Eğer karnımda ölü bir bebek taşırsam beni ölüme kadar götürebilir," dedim ona bakmayarak. Bir süre sessiz kaldı, ben de sesimi çıkarmadım. Ardından eğildi ve ayakkabılarını çıkardı. Üstümden geçip yatağın diğer tarafına geçti ve ellerini başının altına koyup uzandı.
"Ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. Aynı yataktaydık. Gözlerini tavandan ayırmadı.
"Şimdi gece bir şey olur, kalkayım veya yardım çağırayım derken etrafı kırıp dökersin. Hiç uğraşamam. Bir şey olursa beni uyandırırsın."
Ne yani, benimle mi uyuyacaktı?
"Benim için bunu yapmana gerek yok," dedim şaşırarak. Benimle aynı yatağı paylaşmak zorunda hissetmesini istemiyordum.
"Senin için yapmıyorum. Kendim için. Ve evim için. Şimdi kapat gözlerini ve uyu."
"Pekâlâ," diye mırıldandım. "Sen uyu. Ben bu hâlde uyuyamam."
Başını çevirip yüzüme baktı ve ardından omuz silkip üstündeki tişörtü çıkardı ve bir kenara attı. Sonra da yorganın altına girip bana sırtını döndü.