Ben, Byun Baekhyun, beni öldürmeye yemin etmiş bir katilin, Park Chanyeol'ün elinden kaçmıştım.
En son nerede olduğumu düşündüm, ne yaptığımı. Ama düşüncelerimin önü tıkanmıştı sanki, zihnime yerleşen bir çift kahverengi gözden başka bir şey yoktu.
İçimde bir boşluk vardı, şarkının taşıdığı acı o boşluğa dökülüyordu. Sanki hayatıma dair tüm ayrıntılar hislerimi de yanında götürüp yok olmuştu. Kim olduğumu biliyordum ama neler yaşadığım konusunda bir fikrim yoktu. Gözlerimi içinde bulunduğum odada gezdirirken bir yatak olduğunu gördüm, yatakta biri yatıyordu.
Kim olduğuna bakmak için yatağa yöneleceğim sırada bir rüzgâr esti ve bu sefer bakmak için eğilip bir tanesini aldım. Siyah bir kaleme belli yerler vurgulanmıştı. Bir şeyler karalanıp çizilmişti, hatta siyasi içerikli cümleler bile vardı.
Kâğıdı tekrar masaya koyup yatağa yöneldim. Nedense o kâğıdı görmek içimi kemirmeye başlamıştı, tanıdıktı.
Yatakta yatan bir erkekti, sırtı bana dönüktü ve derin bir uykuda gibi görünüyordu. Bu, içimdeki boşluğu daha da derinleştirirken yine aklımda açık kahve gözler vardı. Ellerim tereddüt etmeden yatakta yatan adamı uyandırmaya çalıştı.
Artık sorular var mı zihnimde. Adam uyanmadı. Üstündeki yorganı ittim ve omzundan tutup çekerek sırtüstü yatmasını sağladım. Yüzünün tanıdık gelmesiyle şaşırsam da beni dehşete düşüren onun yatakta olması değil, açık kahve gözlerinin açık olması ve cansız bir şekilde bakmasıydı. Evet, Chanyeol'dü karşımdaki.
Önümde cesedi uzanıyordu.
Bembeyazdı, dudakları morarmaya başlamıştı ama tüm bunlara rağmen güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Hatta daha güzel olduğunu bile söyleyebilirdim, eline ölümün bile yakıştığı bu adamın güzelliğinden ölüm kendine bir pay alamamıştı. Aksine, o ölümden birkaç şey almış gibi duruyordu.
İlahi bir güzelliği vardı sanki.
Diğer yandan ruhsuz bakan gözleri için aynı şey geçerli değildi. Alay yoktu, ifadesiz bakışlar yoktu, nefret yoktu. Hiçbir şey yoktu. Sadece hiçlik. O, gitmişti. Bu ise boğazımda bir şeyin düğümlenmesine sebep oldu. Ayrıntılar yerlerine oturup zihnimdeki tabloyu tamamladı, gidebilirdim. O boş, kabuğuma çekildiğim, adına yaşamak bile denilemeyecek o hayatı yaşayabilirdim. Kurtulmuştum.
Kalbimden yükselen acı, cevabı beynime kadar haykırdı âdeta; Kurtulmak istemiyordum.
"Chanyeol." Sesim fırtına önceki sessizliği fısıldar gibi kuru çıkmıştı. Ruhsuz bedeni dürttüm. Karanlıkta bir cesetle birlikteyken korkmam gerekmez miydi? Hayır, zerre kadar korku yoktu içimde. Endişe, telaş, acı. Başka hiçbir şey yoktu. "Chanyeol!"
Uyanmadı. Kalbim deli gibi çarpmaya başlarken piyanodan yükselen ses havaya karışmış gibi içime çektiğim her nefeste ağzımda metalik bir tat bırakıyordu. Bu melodi artık bir ağıt gibi kulaklarımdan süzülüyor, içimi titretiyordu.
"Durdurun şunu!" diye bağırdım. Tüylerim diken diken olmuştu. Chanyeol'ü tekrar tekrar ve tekrar sarstım, ta ki öldüğünü kabullenene kadar. Gitmişti.
Gerileyerek kapıya doğru giderken gözlerimi onun yüzünden ayırmıyordum. "Yardım edin!" diye bağırdım evin boş olduğunu hissetmeme rağmen, sesim piyano tuşları gibi feryat etmişti. İki katlı evin merdivenlerinden soluk soluğa inmeye başladım, piyanoyu kim çalıyordu?
Kafamın içinde sorular birbirine çarparak parçalanırken salona gelmiştim. Bir çalışma köşesinden çok ofise benziyordu.
Bir avukatın ofisine.