Sabaha hazırlanan bavullara ufak bir göz atmıştım, Chanyeol çekmecesindeki dosyaları bavuluna koyarken baştan incelediği için tüm gece uyumayıp bununla uğraşmıştı. Sehun ve Suho ise bir kenarda oturup Chanyeol'ü bekliyordu. Başımı kapı pervazına yaslarken Sehun konuştu, "Yuta ne olacak?" Chanyeol bir an duraksar gibi bana baktı.
"Birine bir konuda yenildim," dedi sakince. "Onu öldürmek yerine daha insani bir yol deneyeceğim. Ama denediğim yol tutmazsa, ölüm kaçınılmaz." Ah. Bana verdiği sözü tutacaktı demek. "Siz gecekonduya geri dönün, oradaki eşyaları da toplayın, bir iz kalmasın. Gece buradan gitmiş oluruz."
"Tamam," dedi Sehun kısaca. Suho ve Sehun yanımızdan ayrılırken, "Hastane kayıtlarını da halledin," dedi Chanyeol. "Şüpheli bir durum çıkmasın."
"Halloldu bil."
Chanyeol sessizce kolunu belime atarak beni evden çıkardı "Hadi, arabaya." Onu başımla onaylarken arabaya binmiştik. Sürücü koltuğuna geçtiğinde başımı cama yasladım. Bakışlarım bomboştu, tam göğsümün üzerinde hissettiğim boşluğa ayna tutar gibiydi. Aramın bozuk olduğu ailemi özlemiştim, burada olmak istemiyordum. Bütün enerjim sömürülüyordu sanki. Tek yapmak istediğim ağlamaktı ama ağlamayı da artık kendime yediremiyordum.
Tüm bunlar bir bakıma içimdeki Baekhyun'u dehşete düşürüyordu, öyle ki duvarın arkasındaki en pis, en ıssız, en karanlık köşeye sinmiş, dizlerini karnına çekmiş ve çenesini yaslamış bir şekilde korku dolu gözlerle Chanyeol'ü izliyordu.
Herkesi en ağır darbelerle yere indirirdi, gelen her yeni darbede harabeler bile çöker, ortada enkaz kalmayana dek devam eden bir süreç başlardı. Ama sorun şu ki beni güçlü kılan da bu darbelerin ta kendisiydi.
Her şeyden o kadar kopuktum ki olan bitenin farkına varabilmem için güçlü bir şeye ihtiyacım vardı. Chanyeol'e.
İçimdeki Baekhyun dehşete kapılmıştı çünkü babamda yaşadığım da tam olarak buydu.
Her erkek çocuk, çocukken babasına hayran olurdu. Ben de öyleydim, onu izler, gözlemler ve elini uzattığında elim küçük olduğu için parmaklarından birini tutardım sadece. Sadece bir parmak... Ne kadar güvenli olabilirdi ki? Ama güvenli hissettiriyordu. Yolun kenarında yürürken babam beni arabaların olmadığı tarafa alırken ya da bebek denemeyecek kadar büyük ve ağır olduğumda beni kucağına alırken her şey çok berraktı. Ne derse desin, ne kadar bağırırsa bağırsın üzüntümü gözyaşlarıma katar, ağlardım. Ama sonra geçerdi. Ne yaparsa yapsın ona hayrandım ve onun yanında güvendeydim. Gerisinin çok da önemi yoktu.
İlk patlama anım, babamın telefonunda o kadına attığı mesajı gördüğümde olmuştu. O zaman da şimdiki kadar boş ve anlamsız bir ruh halindeydim; güvendiğim, inandığım her şey bir bir üstüme gelmeye başlamıştı. Ellerimin sadece soğukta buz kesmesi gerekmez miydi? Oysa o gün evin içi oldukça sıcaktı, annem karşı komşumuza gitmişti ve televizyonda haberler vardı.
Belki de hiçbir şey olmamış gibi yapıp telefonu sessizce yerine koymalı, odama gitmeli ve sadece ağlamalıydım. Daha ilköğretime giden küçük bir çocuktum ve o benim babamdı. Kavgalarında annem evi terk ettiğinde annemle gitmek yerine babamla kalmayı tercih etmiş bir çocuktum. Her ne kadar ev telefonun başında annem arasın diye ağlasam da o gün babamla kalmıştım.
Ve babam o kadına, onun ağzından hiç duymadığım sevgi sözcükleri sarf ediyordu.
Hayatımda yaşadığım en büyük sarsıntı buydu ama ilk defa babama boyun eğmediğim ve bir daha boyun eğmeyeceğim bir dünyanın ortasına düşmüştüm. Ben o gün hiç ağlamadan bağırıp çağırırken babamın yüzünün aldığı şekil hâlâ aklımda duruyordu, ellerinin titrediği, nasıl korktuğu ve bana bir şeyler açıklamaya çalıştığını hatırlıyordum.
Bugün olsa o telefonu duvara atar, parçalardım ama küçüktüm işte. Tek yapabildiğim öylece bağırmak olmuştu.
İşte beni altüst eden olay buydu. Ve o kopan parçadan akan kan kadar tükenmiş, aynı zamanda da güç kazanmıştım.
Park Chanyeol farklıydı, bu olay kadar sertti. O güvenliydi. Hayran duyulacak kadar güçlüydü. Ben o çocuktum, ne yaparsa yapsın bana güven verdiği için her şeyi sineye çeken o aptal çocuk. Ve Chanyeol'ü hep hayranlıkla izlemiştim; gerek zekâsı, gerek olaylara bakış açısı, gerek hareketleri ve bu kadar güçlü olması...
"Bitir şu oyunu." O bitirmeden gidemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Belki dağ evindeyken bana gitmemi söylediğinde bir şansım olabilirdi ama artık o şans kalmamıştı. Bu işin içindeydim, arkamı döndüğüm an kanlar akmaya başlayacaktı. Chanyeol bir an duraksadı ve ardından önce bana sonra yola baktı.
"Ölümden korkar mısın?" diye sordu.
"Hayır." Cevabım açık ve netti. Belki daha iki gün öncesine kadar ölümden korkuyor olabilirdim ama artık korkacak gücüm kalmamıştı.
"Oyunu bitirmemi gerçekten istiyor musun?" diye sordu.
Bir an duraksadım. Ya evime dönecek, Chanyeol'ü bir daha göremeyecektim. Polisin oğlunu kaçırmış adam olarak kayıplara karışacaktı. Ya da ifade verecek olan beni öldürüp yoluna devam edecekti. İkinci Chanyeol'ün lehineydi. Yutkundum, zorundaydım. "Evet. Beni öldürecek misin?"
Chanyeol arabayı durdu, tam gözlerimin içine baktı. "Evet," dedi benim gibi net bir sesle. Kalbim bir an yerinden hoplayarak çığlık attı ama dışarıdan bakılacak olursa tepkisizdim. "Hareketsiz kal. Kıpırdamanı bile istemiyorum." Chanyeol eğilerek torpidodan bir fotoğraf karesi aldı ve baktı.
O kadar uzun süre inceledi ki ne olduğunu merak ettim. Fotoğrafı bana çevirdi. Gülüyordum. "Benim yanımdayken hiç böyle gülmedin." Hiçbir şey söylemedim, söyleyemedim. Chanyeol cebinden bir çakmak çıkarıp kapağını açtı. Mavi, küçük bir ateş yanarken fotoğrafı ateşe yaklaştırdı ve alev almasını sağladı. Ardından fotoğraf yanarken arka koltuğa atıp başka bir fotoğraf aldı. Koltuk yavaş yavaş alev alırken hiç acelesi yokmuş gibi elindeki fotoğrafa da baktı ama bana göstermeden ateşe verip aynı koltuğa attı. Ardından çakmağı koltuğa attı ve gözlerini bana çevirdi.
"Bu oyun nasıl ikimiz de birbirimizi özlemeden biter biliyor musun? Sadece ikimizin ölmesiyle."