11

1K 100 12
                                    

"Hakkında kayıp ilanı verilmemiş, muhtemelen bir köşede ölen ve cesedi bulunmayan çok fazla genç var. Ne aranıyorlar ne de nüfus üzerinde ölü görünüyorlar. Bu yüzden kimsenin bilmediği veya dikkat çekmeyecek, sahipsiz kimlikler bunlar. Biri okulun sistemine bakarsa, araştırırsa onların kimlikleriyle karşılaşacak. Bizim isimlerimize kimse ulaşamayacak."

"Tüm bunları ne zamandır planlıyorsun?" Zihninin içi tuzaklarla dolu biriydi. Öne doğru eğildi ve ölümün gölgesi çökmüş gözlerini sehpada duran fotoğrafa dikti, ardından sigarasını fotoğrafın üzerine bastırarak söndürdü.

Kuru bir sesle, "Uzun zamandır," dedi.

"Peki bu işin sonunda..."

"Bu işin sonu hakkında şimdi konuşmak anlamsız olur. Bekleyip neler olacağını hepimiz göreceğiz." Gözlerini fotoğraftan bana çevirdi. "Ama sana garantisini verebileceğim tek bir şey var, o da bu işin uzun süreceği."

"Yani uzun süre beraberiz, öyle mi?"  diye sordum gözlerimi boşluğa dikerek. Ondan neden nefret edemiyordum? O benden bu denli nefret ederken ben niye vicdanımın sesini bastıramıyordum? Elinden her şeyi alınmış, acı ve nefret dolu bir genç adam... Bunun hayattaki en acılı tablo olmadığı doğruydu ama hüzün duygusunun pençesine yakalanan ve kanla lekenenen bir güzelliği vardı.

"Evet," dedi oturduğu yerden kalkarken. "Uzun süre beraberiz."

Geceyi uykusuz geçirmemin sebebi dışarıdaki fırtına değil Chanyeol'ün söyledikleri oldu. Bana emir verilmesi durumunda sakinliğimi korumak adına irademin gücüne güvenmiyor, bu yüzden Chanyeol'ün emirlerine karşı ne kadar sabırlı olacağımı kestiremiyordum. Diğer yandan gözlerinin ve yüzünün bıraktığı etki beni ürpetiyordu, gözlerini yüzüme diktiğinde dilimde bütün cümleler dağılıyor, konuşamıyordum. Gözlerinin kahvesi o kadar açık ve yoğun ki bu tonu hayatımda hiçbir gözde görmemiştim. Huzursuzca yattığım yerde diğer tarafıma dönüp gözlerimi karanlığa diktim. Onun sert kokusu yastıktan yayılıp algılarıma saplandı, ben onun odasında uyuduğuma göre o nerede uyanıyordu?

Kaşlarımı çatarak yattığım yerden doğruldum ve odanın kapısına baktım. Ardından yorganı kenara iterek yataktan çıktım, zeminin soğukluğu çıplak ayaklarımın tabanına yayılırken, su içmek için odanın kapısına yöneldim ve bir an duraksayıp elim kapının çerçevesinde, gergin bir şekilde salona göz attım. Chanyeol salonda, üçlü koltukta uyuyordu; bu görüntü dudaklarımın yavaşça aralanmasına sebep oldu.

Neredeyse beraber geçirdiğimiz bir haftada onu hiç uyurken görmemiştim, o kadar farklı görünüyordu ki insanı hazırlıksız yakalayan bir tabloydu. Yüzünde yine huzursuzluğunu ve mutsuzluğunu belli eden duygu kırıntıları olsa da nefret ve kin teninin altında yok olmuştu. Park Chanyeol masum görünüyordu.

Belki zamanın o şiddetli dalgası bizi bir katil ve kurban olarak bu dağ evine sürüklemeseydi ve sıradan bir günün dakikalarını geride bırakıyor olsaydık oturup saatlerce bu yüzü incelerdim. Park Chanyeol. Ailesini kaybetmiş, elinde intikam isteğinden başka hiçbir şeyi kalmamış bir adam... Bakışlarımı yüzünden çekip mutfağa yöneldim.

Bir bardak alıp dalgın bir şekilde su doldururken zihnim de Chanyeol'ün yüzündeki o tanımsız ifadelerle dolmuştu. Parmaklarımın sardığı bardağa bakarak bir an öylece durdum, ardından iç çekerek başımı iki yana salladım ve tekrar hücreme yöneldim.

Chanyeol'ün görüntüsü beni yine durdurduğunda ikilemde kalsam da hemen ardından elimdeki bardağı kenardaki yüksek sehpaya bırakıp Chanyeol'e yöneldim. Her ne kadar sürekli inkâr etsem de içten içe benim de varlığından haberdar olduğum hassas bir yanım vardı, üstünü örtersem biraz rahatlardım. Hoş, neden rahatlayacağımı da bilmiyordum ya. Yere düşmek üzere olan battaniyeyi alıp uyanmasından çekinerek yavaş yavaş üstüne örttüm.

katil - chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin