"Çocukluğundan bahsetsene biraz," dedim yorgun bir sesle. "En çok ne yapmayı severdin?" Chanyeol uyuduğumu düşündüğü için gözlerini yoldan ayırıp bana baktı.
"Sana uyu demedim mi ben?" dedi kaşlarını çatarak.
"Uyuyacağım. Sadece uykuya dalana kadar. Şu an kendi başıma uykuya dalamıyorum."
"Çocukluğumdan bahsetmeyi sevmiyorum."
Dudaklarımı büzdüm. "Başka bir şeylerden bahset o zaman." Biraz düşündü, sonra dudakları kıvrılır gibi oldu.
"Seni uzun bir süre takip etmek zorunda kalmıştım," dedi sonunda konuştuğunda. "Hayatımda yaptığım en sıkıcı işti, bir insan nasıl her gün aynı şeyi yapar? Ama gülmediğim zamanlar da olmadı değil, bazen sakarlığın tutuyor ve o zamanlar gerçekten komik oluyorsun. O zamanlarda en çok güldüğüm şeydi."
Kaşlarımı çattım. "Mesela?"
"Mesela kendi ayağına takılıp insanların üstüne düşmen."
Ona baygın bir bakış attım. "Bu mu yani?" diye sordum. "Ben de komik bir şey bekliyordum. Bu her insanın başına gelen bir şey."
"Evet, bu her insanın başına gelen bir şey fakat insanların üstünden kalktıktan sonra özür dileyeceğin sırada tekrardan düşmek sadece bir Byun Baekhyun'un başına gelebilir." Bu anı gördüğüne inanamıyordum... Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.
Gözlerimi kapatırken derin bir nefes aldım. Uzun yolculuklarda uyumak en nefret ettiğim şeydi. Yine de deliksiz bir uykuya dalabilmiştim ama biri beni dürtmeye başladığında huysuz bir şekilde homurdandım. Biraz daha uyumak istiyordum, şöyle bir beş saat daha mesela.
"Uyan hadi," dedi Chanyeol'ün sesi. "Baekhyun. Biraz daha uyursan yüzüne tokadı yapıştıracağım."
Homurdanarak, "Yaparsın sen," demiştim. Arabadan inerken Chanyeol'ün güldüğünü duydum. "Kıyamam."
Hava aydınlanmıştı ama güneş daha doğmamıştı. Hiç kibar olmayan bir şekilde esneyerek Chanyeol'ün gülmesine sebep oldum.
"Kobe'ye geldik mi?" diye sordum.
"Evet," dedi. "Şehrin girişindeyiz. Bir şeyler yeriz diye düşündüm."
"Sen yesen ben uyusam?" diye teklifte bulundum. "Uyanır uyanmaz bir şey yiyemiyorum."
"Bugün çok işimiz var," dedi başını iki yana sallayarak. "Yiyebileceğin tek öğün bu, açlıktan ölmeni istemem."
"Sen hiç uyumadın ama?" dedim gözlerimi ovuştururken.
"Alışkınım ben." Arabanın kapısını açıp dışarı çıktı, bu sırada içeride buz gibi hava dolmuştu. "Hadi gel."
Uyku sersemliğinin getirdiği bir gevşeme vardı üstümde ve rüzgârı hissetmek anında üşümeme sebep olmuştu. "Çok soğuk."
Chanyeol bagajı açıp bir şey aldı ve yavaşça kapatıp anahtar ile kapıları kilitledi. Ardından yanıma gelip elindeki montu omuzlarıma astı. Hızla kollarımı kollarından geçirirken montun içinden gülünç durduğunu hiç görmeden bile anlayabilmiştim. "Birazdan ısınırsın."
"Teşekkürler," dedim biraz şaşırarak. Ama Chanyeol kolunu omzuma atıp beni kendine çekerek yürümeye başladığında daha da şaşırmıştım.
"Tokyo'da nasıl rol yapıyorsak burada da yapacağız ama bu biraz farklı. Nişanlı."
"Nişanlı mıyız?" dedim sanki bana birazdan kurbağa dönüşeceğini söylemiş gibi.