3

1.3K 128 29
                                    

iri, kahverengi gözlü erkekler beni ürkütüyordu.
hayatıma bunca zamandır iki tane kahverengi gözlü erkekler girmişti. ikisi de kalbimi paramparça etti. sebebi belki dış görünüşüm, belki de kişisel özelliklerimdi.
Düşüncelerim, bilincimin açılmasıyla birlikte ardında derin bir telaş bırakarak ilerlemeye devam etti; gözlerimi açmadan önce de kaçırıldığımı ve bir arabada olduğumu biliyordum. Motordan gelen hafif, boğuk ses de bu düşüncemi doğruluyordu. Kaç saattir baygın olduğumu bilmiyordum ama yattığım yerden kurşuni gökyüzünü görebiliyordum. Karanlığın tonları gökyüzünden çekilse de güneş doğmamıştı. Yolun kenarında belirli aralıklarla yerleştirilmiş lambalar hâlâ yanıyordu.

"Günaydın güzelim."

Gözlerim sürücü koltuğuna kayarken yattığım yerden sadece dağınık saçlarını ve omzunun bir yerini görebiliyordum. Henüz kendime gelememiştim; dudaklarım aralandı ama harfler dilime çökmüş gibiydi. Öyle ki sesimin çıkabileceğinden bile emin değildim. Gözlerimi kapatarak tüm irademle gücümü toparlamaya çalıştım ve ellerimle destek alıp yavaşça doğruldum.

"Durdur arabayı," dedim sonunda konuşabildiğimde. Kupkuru sesim güçsüz ve kısık çıkmıştı. Beni duymazdan gelince zorlukla yutkundum ve "Durdur arabayı!" diye bağırdım. Ağzımın içi bu denli kuruyken sesimi çıkarabilmem mucizeydi.

Beni duymazdan gelmeye devam etmesine karşın tamamen doğruldum. Başımın tek bir noktasına birikmiş olan acıyı birçok noktaya dağıtarak etkisini azaltmak ister gibi elimi enseme götürdüm ve öfkeyle ona baktım.

Ne sanıyordu bu adam? Hiç sesimi çıkartmadan öylece duracağımı mı?

"Sana arabayı durdur dedim," o an direksiyona doğru atılabilir, kontrolü kaybetmesini sağlayabilirdim ama sesimi bile zar zor çıkarırken bunu yapabileceğimden şüpheliydim. Yapabileceğim tek şey bozulmuş plak gibi arabayı durdurmasını söylemekti ki bence bu da en çaresiz cümleydi.
Durdur arabayı.

Sanki pembe bir dizideydim ve sevgilimle kavga ettikten sonra söylediğim cümleydi. Oysa ne sevgilimle kavga ettim ne de pembe dizideydim; arabayı değil, ölüm satırlarını yazmaya başlayan eceli durdurmaya çalışıyordum.

Araba yavaşlarken neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Yoksa dediğimi yapıyor muydu?

Arabayı tamamen durduğunda arkasına bakıp "Durdurdum," dedi.
Gözleri sanki benimle alay eder gibiydi ve bu ifadesinden nefret ediyordum. Ben daha soğuğa alışmadan şoför kapısı açılmış, Chanyeol uzun boylu ve güçlü gövdesine tezat oluşturacak kadar zarif bir şekilde arabadan çıkmıştı.

"Neredeyiz?" dedim. İçimi yakıp geçen alaycı bir tavırla

"Dağdayız, hadi kaç," dedi bıyık altından gülerek ama gözlerinde bir buz tabakası örtülüydü. "Seni engellemeyeceğim. Yılın bu aylarında buraya pek insan uğramaz. Hadi uğradı diyelim, bahse girerim sen daha insanlara ulaşmadan buzdan heykele dönersin."

O anda soğuk bir rüzgâr, Chanyeol'ü destekler gibi esti. Kollarımı bedenime sararken sert bir ifadeyle gözlerini içine baktım. "Her iki şekilde de öleceğim," dedim düz bir sesle. "Senin elinden ölmektense donarak ölmeyi tercih ederim."

Gözlerindeki alayın yerini kontrollü bir öfke alırken güzel yüzünü inceledim. Onu atlatmam mümkün değildi, o kadar güçlü görünüyordu ki boynumu tek hamle ile kurabileceğine emindim. Aramızdaki boy farkı epey olduğundan yanında yardıma muhtaç küçük bir çocuk gibi duruyordum.

Bakışlarımı başka bir yöne çevirerek yürümeye başladım. Beni durdurmuyor, sessiz adımlarla takip ediyordu. Gözlerinde tek bir ifade belirtisi yoktu ve yüz hatları sertti.
Önümdeki etten duvarın yanından geçip ilerlemeye devam edeceğim sırada kolumdan tutup beni durdurdu. Kolumdaki parmakları güçlüydü ve canımı acıtmaktan çekinmemişlerdi.

"Dokunma bana," dedim kolumu kurtarmaya çalışarak.

"Uğraştıracağım diyorsun, öyle mi?" dedi öfke içinde.

"Sence ölmene izin verir miyim?" bir an söylediği şeyin harf harf kalbime düştüğünü sandım ama kastettiği şeyi yanlış yorumlamam tam da benim gibi bir zavallıya özgüydü. "Eğer kurtlara yem olmaya çok meraklıysan seninle işim bittiğinde zevkle önlerine atabilirim."

Karşımdaki adamdan nefret ediyordum çünkü beni acısını çıkarabileceği bir nesne olarak görüyordu. "Bırak beni!" diye bağırdım. Bu hareketim karşısında etkilenmese de gözlerime dolan yaşları görünce şaşırmıştı. Dengesiz bir ruh hâlim vardı. Normal bir insan böyle bir durumda ağlar mıydı? Belki de ağlanıp sızlanma safhası için gecikmiştim, çaresiz bir şekilde öleceğini bilen herkes ağlardı. En azından ben öyle sanıyordum.

"Kendini acındırmaya çalışma," dedi ifadesiz bir sesle. "Bir işe yaramaz. Şimdi ben seni zorla arabaya götürmeden önce kendin yürümeye başlarsan yararına olur."

Elimin tersiyle tek damla yaşı silerken yüzümdeki çaresizliğin elime bulaştığını hissettim. Chanyeol dikkatle gözlerimi inceliyordu. Sabrının kalmadığını görebiliyordum fakat yine de öylece tepkisiz kalıp durdu. Üşümüyor muydu?

"Kaçışın yok. Beni tanımıyorsun bile, daha ilk günden beni sinirlendirmemeye bak. İnan bana umurumda bile değilsin. Canını yakarım, hem de çok yakarım."

"Ben hiçbir şey yapmadım," dedim işe yaramayacağını bile bile. Donmak, belki de ölümlerin en kolayıydı. "Gazetedeki haberi bile okumamış, sadece başlığına bakmıştım!"

Ölmek üzere olan bir balığın çırpınmalarını andıran son çarem ise üzüntümü belli etmekten ibaretti.

"Baekbeom benim abim olabilir ama aramız yıllar önce açıldı, onun yaptıklarıyla hiçbir zaman ilgilenemedim."

"Gazetedeki haberi görünce ne yaptın?" diye tehlikeli bir soru attı ortaya.

"Acıdım," dedim teslim olup "Kimin öldüğüyle nasıl öldüğüyle ilgilenemedim. Sadece Baekbeom'un yüzündeki gurur için ona acıdım, o her zaman en doğrusu yapmaya çalışır ve bunun için her yola başvurur. Babanın ölümüne üzülmedim çünkü şimdiye dek Baekbeom hiç hata yapmadı. O yüzden babanın ölümü hak etiğini düşündüm."

"Babamın ölümü hak ettiğini mi düşündün?" sesi hamle yapan vezirin satranç tahtasında ilerlerken bıraktığı o sakin ama tehlikeli tonu andırıyordu. Bu hâli bağırıp çağıran birinden çok daha ürkütücüydü.

katil - chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin