Bölüm 30

133 11 30
                                    

   Yürü, yürü ve daha çok yürü. Bütün gün yürümek her ne kadar doğanın içinde ve huzur verici olsa da bir süre sonra sıkıcı gelmeye başlıyordu. Diğerleri olmadan bu yolu bitirmemin imkanı yoktu. Güç bakımından değil, onlar olmasaydı çoktan şizofren olmuştum ve var olmayan yaratıklara konuşuyor olurdum.

   Her ne kadar onlar yanımda olduğu için sevinsem de bazen bizim bile aramızda ölüm sessizliği olabiliyordu. Şu anda olduğu gibi mesela. 

   Herkes susmuştu ve sadece sonsuzluğa doğru ilerliyorduk. Arada bir duruyor, soluklandıktan sonra tekrardan yola koyuluyorduk. Bu molalarımız çok kısa oluyordu o yüzden mola demek istememiştim.

   Felix, Demon veya Luca'dan bile ses çıkmıyordu. Benim bilmediğim bir şey mi olmuştu aralarında yoksa sadece çok mu yorgunlardı anlamaya çalışıyordum.

   Onlara hâlâ gölgenin ve ışığın sahiplerinin günlüğünü bulduğumu anlatmamıştım, sanırım. Neyi anlatıp anlatmadığımı bilmiyordum. Günler birbirine girmişti. Gördüğüm şeylerin rüya mı yoksa gerçek mi olduğunu anlayamıyordum bile. Bu daha sadece ikinci günümüzdü köyden ayrılalı, sonraki günlerde yürümeye devam edersek kim bilir ne olacaktı zihinsel sağlığıma. 

   Aslında gölgenin sahibinin beni tekrardan kaçırıp bir sonraki durağımıza götürmesi fena olmazdı. Diğerleri yürürken Jade'i bulduğum gibi ışığın sahibini bulurdum ben, sonra onun telefonundan diğerlerine yazardım. Hayır, yazamadım. Telefonlar çalışmıyordu o yüzden şu an kaçırılmam hoş olmazdı. Sahiden telefonlar niye çalışmıyordu ki?

   Cebimden telefonumu çıkarttığımda hâlâ çekmediğini gördüm. Telefonlar saatten farksızdı şu an bizim için. Bir de ışık kaynağıydı gerçi. Fenerimiz vardı bir aralar ama hiç kullanmamıştım şu ana kadar. Telefonun feneri vardı zaten, neden bir daha fener almıştık ki? Ama telefonlar çok sağlam değildi, bir şey olma ihtimaline karşı fener almak mantıklıydı. Ama Luca'nın bunu düşünüp aldığını sanmıyordum. Bence telefonların feneri olduğunu unuttuğu için fener almamızı söyledi ve diğerleri de hiç düşünmeden bunu kabul etti. 

   Yürürken bir yandan da telefonun ayarlarıyla oynamaya başladım. Daha önce telefonumun çekmediğini hiç hatırlamıyordum. 

   Bunları düşünürken aklıma daha önce hiç gelmeyen bir soru geldi.

   Biz sınırın dışında ne olduğunu bilmiyorduk. Hayat olduğunu da bilmiyorduk. Okuldaki yetişkinler ne zaman bu konu hakkında soru sorsak bize ya ceza veriyor ya da bir daha bu konuyu açmamamız konusunda tembihliyor ve cevap vermeden yanımızdan ayrılıyorlardı. Tamam, sınırların dışında hayat yoktu diyelim ki. Gördüğüm kadarıyla Jade'in telefonuyla benim telefonumun pek bir farkı yoktu. Kullandığımız sosyal medyamız ortaktı, oynadığımız oyunlar ortaktı ve bunun gibi bir sürü şey vardı. Nasıl oluyordu da hiçbir şekilde onlarla konuşamıyorduk?

   Düşündükçe daha da derinleşmeye başlıyordu bu iş. Bizim sınırları geçmememiz isteniyordu, dışarıda hayat olduğunu bilmememiz isteniyordu. Mezun olanlar nereye gidiyordu bilmiyorduk, öğrenciler nereden geliyordu bilmiyorduk. Anne ve babamızı asla tanımamıştık, tanıdıysak bile hatırlamıyorduk. Biri tarafından anılarımız çalınıyordu ve içeride yaşamamız isteniyordu. Bunun sebebini ne kadar düşünsem de anlamamıştım. 

   Oyunlarda sınır dışından biriyle aynı denk gelmememizin veya internette paylaştığımız fotoğrafları sınır dışından birinin görmemesinin sebebi de onlardı belki de. Bu işi başlatan, bizi ailelerimizden ayırıp o okula tıkan ve sadece okumamızı isteyen kişiler ayarlamıştı. Bize özel hatlar almış, numarayı tam bilmeden iletişim kuramayacağımız şekilde ayarlamıştı her şeyi onlar.

QunilaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin