Sayısız kez gözlerimi ovuşturup gördüğüm tarihin gerçek olmadığını görmeye çalışsam da faydasızdı. Tarih üç bin kırk dokuzu gösteriyordu.
Ne yapmam gerekiyordu ki? Öylece bekleyemezdim. Etraf karanlıktı ve burası Jade'in evine benzemiyordu.
Kendi kendimi paniklediğimi ve korkuttuğumu gördüğümde derin bir nefes aldım. Korkacak bir şey yoktu, bunlar normal şeylerdi. Rüya görüyor olabilirdim. Evet kesinlikle rüya görüyordum.
Derin nefesler alarak kendimi bir nebze de olsa sakinleştirdikten sonra hızlıca yattığım yerden kalktım. Nerede olduğuma bakmam gerekiyordu. Şu anki hareketlerim ve kendimi kontrol edebilmem bir rüya için fazla gerçekçiydi. Bunun bir rüya olduğuna kendimi daha fazla inandıramadım. Anormal bir şeyler vardı.
Derin bir nefes alıp ne yapabileceğimi düşündüm.
Hissi mi kullanmıştım? Sanmıyorum. Sonuçta kullanmak için bir şeylerle temas hâlinde olmam gerekirdi, o olmasa bile telefonum yanımda olmazdı. Kendi telefonum yanımda olmazdı.
Etrafa baktığımda hiç kimsenin olmadığını gördüm. En azından görebildiğim yerlerde kimse yoktu. Etrafı pek göremiyordum. Hava anormal derecede karanlıktı. Sanki bir şey bütün ışığı içine çekmiş gibiydi.
İçeriyi aydınlatan tek şey ay ışığıydı. Etraftaki bütün ışıklar en fazla bir karışlık bir alanı aydınlatıyordu. Bunu yapabilecek veya bunun olmasına sebep olabilecek ne vardı? Daha da önemlisi ben neredeydim?
Telefonumun fenerini açtığımda sonunda etrafı görebilmiştim ama o karanlık sis hâlâ duruyordu. Kesinlikle rüya görmüyordum, bu olsa olsa kâbus olurdu.
Etrafa baktığımda bir odada olduğumu gördüm. Kalktığım şey de odadaki siyah koltuklardan biriydi. Kim neden salonuna simsiyah koltuklar almak isterdi ki? İnsanların zevklerini yargılamaktan çok hoşlanmazdım ve yargılanmaması taraftarıydım ama gece karanlıkta simsiyah koltuklar pek de yardımcı olacak mobilyalar değildi.
Odadaki tek siyah şeyler koltuklar değildi. Camdan bir kaç raf vardı üst üste dizilmiş, camların rengi de siyah gibi duruyordu. En azından duvarlar griydi sanırım. Rafta bir kaç kitap ve tahminimce güzel gözükmesi amacıyla koyulmuş siyah tonlarında kar küresi gibi eşyalar vardı. Kitapları şu anda okumak isterdim ama yapmam gereken daha önemli bir şey vardı. Tam olarak nerede olduğumu öğrenmek.
Etrafta dikkatimi çeken başka bir şey yoktu ben de yapabileceğim en mantıklı şeyi yapıp önümdeki ilk kapıyı açtım. Açtığım kapı çıkış kapısı değil aksine başka bir odaya açılan bir kapıydı ama etrafa bakmamda sakınca olmadığını düşünerek odaya daldım.
Bu odada telefonumun ışığı neredeyse hiç işe yaramıyordu. Etrafa, duvarlara, dokunarak yolumu bulmayı başardığımda göremesem de önümde bir kitap vardı tahminimce. Daha fazla burada kalmak istemediğim için kitap olduğunu düşündüğüm şeyi elime alıp hızlıca odadan çıktım. Ben burada ne yapıyordum? Eh madem geldim en azından bir işe yarasın.
Salona geri döndüğümde derin bir nefes alıp camın yanına geçtim. Her ne kadar şu anda korksam da yapacak bir şey yoktu. Ayrıca sadece telefonumun ışığıyla okumaya çalışıp kör olmaktansa ay ışığının da yardımıyla okumak daha mantıklı gelmişti.
Sayfalarını çevirdiğimde normal bir kitap olmadığını anlamam uzun sürmedi. İçindeki yazılar el yazısıyla yazılmıştı. Yazan tek kişi değil de iki kişiymiş gibi duruyordu. Bir yere kadar iki farklı el yazısı vardı ama bir süre sonra tek el yazısına inmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Qunila
FantasyAteş, Su, Toprak, Hava, Elektrik, Buz, Gölge ve Işık. Bir efsaneye göre bu sekiz element bir araya gelmesiyle "Dilek" denilen bir güç ortaya çıkacaktı ve bu enerjinin kullanıcısı bir dilek hakkıma sahip olacaktı. Her ne kadar daha önce bu gücün uyan...