Bölüm 41

64 8 20
                                    

   Albin'in Gözünden

   "Şu kızdan nefret ediyorum." Rena kibirli bir şekilde saçlarını arkaya savurup gözleriyle karşı masada oturan kızlardan birini gösterdi. "Saçlarının ucunu yeşil ve pembeye boyamış, üzerine de sarı atmış. Hiç mi zevkin yok kızım be!" Yüzünü buruşturarak önündeki kahveden bir yudum aldığında Merisa da onu onayladı.

   "Keşke Lia'yla Lorin ve Mars yerine onlar gitseydi." Merisa'nın bu yorumu üzerine Rena ile birlikte öfkeyle ona döndük. Ne dediğini fark etmiş gibi gözlerini kaçırdı ve özür diledi ama ne ben ne de Rena bir şey dedik. Lorin, Mars, Lia, Hera ve element kullanıcıları sınırları geçtiğinden beri denetim sıklaşmıştı ve sınırlar ormandan yollara kadar çekilmişti. Artık her zaman gittiğimiz yere gidemiyorduk. Ayrıca diğerleriyle de görüşmüyor; ben, Marco, Rena ve Merisa olarak dört kişi geziyorduk. Mars ve Lorin'in birden gitmesini beklememiştik hiçbirimiz. Lorin daha önce de ortadan kaybolurdu ve uzun süre gelmezdi ama element sahipleriyle aynı anda kaybolması yanlış bir şeyler olduğunu anlamak için yeterliydi. 

   Onlar gitmeden birkaç gün önce yanlış hatırlamıyorsam Lia'yı görmüştüm. Rena ve Lorin onunla konuşuyordu ama sonra Hera denen kız gelmiş, onu diğerlerinden uzaklaştırmıştı. Bizimle konuşmayı kesip Hera ile konuşmaya başlaması da ironikti Lia'nın. Bunun yanı sıra element sahipleriyle birlikte de görüyordum onu.

   Lia'yı suçlayamazdım. Merisa'nın gelmesiyle birlikte onu aramızdan birden atmıştık. Ayrıca Lorin ve Merisa'nın birlikte olması da onu çok kırmış olmalıydı, aralarındaki bağ çok güçlüydü. Yaptığımız şeyler için çok pişmandık hepimiz ama Merisa'da o duyguları göremiyordum. Sanki Lia'nın gitmesi onu mutlu etmişti ama Lorin'e üzülüyordu. Sadece Lorin'e. Diğerleri hakkında en ufak bir yorum bile yapmıyordu ama Hera'nın gitmesinin onu ne kadar mutlu ettiğini belirtip duruyordu. Onun gitmesiyle çoğu etkinlikte birinci sıraya kadar yükselmişti çünkü Hera ondan her zaman bir adım öndeydi.

   Okul eskisi gibi işlemeye devam ediyordu -denetimin sıkılaşması dışında- ve bize sanki bir şey olmadığını düşündürtmeye çalışıyor gibilerdi. Sanki kimse gitmemiş gibi davranmamızı istiyorlardı ama böyle davranamayacağımızı biliyor olmalılardı. En azından ben farkındaydım bir şeylerin hatalı olduğunu. Herkes Hera'nın ve element sahiplerinin gitmesine seviniyor ve daha iyi yerlere geldikleri için bencilce seviniyorlardı ama ben başta Lia, Lorin ve Mars olmak üzere onlar için endişeleniyordum. Onların başına bir şey gelmesinden korkuyordum. 

   Lorin'in Lia'nın peşinden çıkmasının sebebi belki de onu korumaktı, her ne kadar önemsemiyormuş gibi davransa da Lorin Mars'tan sonra en çok benimle dertleşirdi ve Lia'yı özlediğini belirtip dururdu. Tabii ki de bunu kimseye söylemedim çünkü bana güvenip sırrını veren birinin sırrını onun iyiliği için bile olsa birine söyleyemezdim. Keşke böyle olmasaydı, keşke hiçbir şey böyle olmasaydı. Onlardan keşke hiç ayrılmasaydık. 

   "Yarınki paten yarışını kazanacağıma eminim ama yine de destek verin olur mu?" Merisa gülerek bize döndüğünde daha fazla dayanamadım.

   Elimi yumruk yapıp masaya vurdum ve duruşumu dikleştirdim. "Gerçekten de hiç üzülmüyor musun, korkmuyor musun?" diye bağırdığımda sesimin fazla çıktığını fark etsem de önemsemeden devam ettim. "Arkadaşlarımız orada. Lia ve diğerlerini umursamıyorsun anladık ama Mars ve Lorin de orada ve başlarına ne geldi bilmiyoruz. Onlarla iletişime geçemiyoruz, bari önemsiyormuş gibi yap!" Bu tepkim üzerine gözleri doldu ve elleriyle ağzını kapattı. Başını eğdiğinde numara yaptığını biliyordum.

   "Ben sadece mutlu gözükmeye-"

   "Yalanlarına artık kimse inanmıyor Merisa." Rena da bana destek çıktığında içimdeki öfke biraz yatıştı. Marco da başını onaylarcasına salladığında derin bir nefes aldım. Burada onun ne bok olduğunu bilen tek kişi olmamak beni sevindirmişti.

   "Yalan söylemiyorum, Lia'yı benden daha çok mu önemsiyorsunuz? Evet, en başından beri böyleydi, ben sadece arkadaş olmak ve yakın olmak istemiştim ve ona iyi davranmıştım, yanımda olduğunuzu sanmıştım." Sinirden güldüm.

   Rena ve Marco'nun ayağa kalkmasıyla ben de ayağa kalktım.

   Kafeden çıkarken Rena arkasını bile dönmeden "Öl Merisa." dedi ve çıktık.

   Rena sınırların dışında doğru ilerleyip çitlerden atladığında yaptığı şeyi sorgulamadan peşinden gittik. Nereye gittiğini çok iyi biliyorduk. Kolumdan saate baktığımda neredeyse on olduğunu gördüm. Bu kadar çok olmuş muydu gerçekten?

   Birkaç dakikalık yürümenin sonunda Rena kendini sırt üstü çimlerin üzerine attı. Marco da aynısını yaptığında ortamı bozmamak için onlara ayak uydurdum.

   Birkaç saniye de öyle kaldıktan sonra aramızdaki sessizliği Rena bozdu.

   "Hepsi benim suçum." Oturur pozisyona geçtiğinde ben de öyle yaptım. "Hepsi benim suçum eğer Merisa'yı yanınıza getirmeseydim, Lia'yı odamdan kovmasaydım..." Daha fazla devam edemeyip hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında onu kendime çektim.

   Marco da dik bir şekilde oturup arkasındaki ağaca yaslandı. Bir süre sonra Rena'nın hıçkırıkları azaldığında ondan ayrıldım ve elimi yanağına koydum. Yanağından süzülen ve makyajını bozan gözyaşını sildim ve "Evet, hepsi senin suçun." dedim. Bu dediğime ikisi de şaşırmış olacaktı ki Marco uyarırcasına bana baktı. "Ama zamanı geri alamayız Rena." diye devam ettiğimde gözlerini kaçırdı ve elleriyle yanağındaki elimi tutup indirdi. 

   Elini elimden çekmeyerek "Şu anda Lia ölmüş olabilir. Ölmüş olabilir ve hayatta olduğu süreçte acı çekti bunların hepsinin sorumlusu benim." dedi.

   "Evet sensin. Reddetmiyorum ama şu anda ağlayarak hiçbir şeyi düzeltemezsin. Geri geldiklerinde bunları Lia'nın suratına-" Birden daha önce hiç duymadığım bir tonda çığlığın kulaklarımı çınlatmasıyla yerimden sıçradım. 

   Hepimiz ayağa kalktığımızda daha ne olduğunu çözmeden etraf göz gözü göremeyecek kadar karardı ve tekrar aydınlandı. Arka arkaya sürekli yanıp sönen ışıkların yanında birden etraf derimi yakacak kadar ısındı.

   Rena'nın çığlık atması üzerine elini tuttum ve Marco'ya yaklaştım.

   Bu sıcaklık üzerine anlamsız bir şekilde soğuk esen rüzgar derimin hem sıcaktan hem de soğuktan yanmasını sağlıyordu.

   Birden yağmur bastırdı, daha önce çok nadir gördüğüm fırtınalardan biri koptuğunda rüzgar yüzünden ayakta durmak bile zorlaşmıştı bu sebeple yanımdaki ağaçtan destek alarak Rena'yı tuttum.

   Gök gürlemeye başladığında çok yakınımıza, alevleri görmemizi sağlayacak kadar yakınımıza bir yıldırım düştü. Panikle Marco'ya döndüm ama o da benim kadar şok olmuş ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

   Okuldan gelen öğrencilerin çığlıkları artmaya başladığı sırada birden zeminin dalgalandığını gördüm. Sanki toprak bir yukarı bir aşağı, bir sağa bir sola gidiyordu. Ayakta durmamı engelleyen depremin etkisiyle dizlerimin üzerine çöktüğümde yanımızdaki ağaç çatırdamaya başladı.

   Rena ve Marco'yu tutup aşağı çektim ve onları korumaya çalışırcasına onlara sarıldım. Deprem ve fırtına her saniye şiddetleniyor ve alevler rüzgarın etkisiyle anormal bir hızla yanımıza doğru geliyordu. Hava kararıp aydınlanmaya devam ederken duyduğum son şey Rena'nın çığlığı oldu.

   Etraf tamamen karardı, ne ellerimi ne ayaklarımı hissedebileceğim kadar yanmaya başladı her yerim. Herhangi bir şey duyamıyor ve göremiyordum ama Marco ve Rena'nın yanımda olduğunu hissediyordum.

   Demek böyle bitecekti...

QunilaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin