Wangxian-ikinci kısım

166 20 39
                                    

112.bölüm

-18

~🐇

Üç ay sonra, Guangling.Silah olarak çiftlik gereçleri kullanan köylülerden oluşan kalabalık, ellerinde meşalelerle yavaşça dağın üzerindeki bir dizi ağacın etrafını sardılar.Dağın üzerinde isimsiz bir mezar vardı, geçen aylar boyunca da huzur yüzü görmemişlerdi. Sürekli hayalet saldırılarına maruz kalan köylüler daha fazla dayanamamış ve yoldan geçmekte olan birkaç efsuncudan onlarla birlikte dağa gelmelerini istemişlerdi, böylece bu işi kökünden kurutacaklardı.

Alacakaranlık çökerken böceklerin sesleri gittikçe yükseliyordu. Sürekli duyulan hışırtılar bel seviyesindekiçimenlerden geliyor, sanki içinde bilinmeyen bir yaratığın her an saldırmaya hazır bir şekilde pusuda beklediğini söylüyordu. Ama birisi o çimenleri gergin bir şekildeayırıp meşaleyle aydınlatınca her seferinde boş buluyorlardı.Efsuncular ellerinde kılıçlarıyla köylüleri çimenlerden geçirerek ormana yönlendirdiler.

Mezar ormanın içindeydi. Ne taştan ne ağaçtan yapılmış olan mezar taşının yarısı çokta dökülmüş diğer yarısı ise dökülmeye yüz tutmuştu. Karanlık, kasvetli rüzgarlar esti. Bakışan efsuncular tılsımlarını çıkarttı ve ruhları kovmaya hazırlandı. Onların sakin hallerini görünce birkaç köylü de bunu durumun çok zor olmadığına yorarak rahat bir nefes aldı.Ama onlar uzun süre rahatlayamadan büyük bir çarpma sesi duydular. Önlerindeki toprak yığınınakötü şekilde yaralanmış bir ceset düşmüştü.

Toprak yığınına en yakın olan köylüçığlığı bastı ve geriye doğru tökezlerken meşalesini düşürdü. Hemen ardından ikinci, üçüncü ve dördüncü kanlı ceset belirmişti. Neredeyse gökten düşen yağmur damlaları gibi yere inen cesetlerin ardı arkası kesilmiyordu. Çığlıklar tüm ormanda yankılandı. Efsuncular daha önce hiç böyle bir şey görmemişlerdi, ama şaşkınlıklarına rağmen sakin kaldılar.

Liderleri bağırdı, “Kaçmayın! Sakin olun! Sadece birkaç ceset...”

O sözlerini bitiremeden, sanki boğazı sıkılıyormuş gibi sesi ansızın kesildi.Bir ağaç görmüştü.Ağacın üzerinde siyah cübbesinin etekleri uçuşan bir adam vardı. İnce, siyah bir çizme hafifçe ileri geri sallanıyor, sakin hatta eğleniyormuş gibi görünmesine neden oluyordu.Adamın belinde siyah, parlak bir flüt ve flütün ucunda yavaşça bacaklarına sürtünen kırmızı bir püskül vardı.Efsuncuların yüz ifadesi aniden değişmişti.

Köylüler zaten kendilerini kaybetmişlerdi. Çığlık atarken tam bir parça sakinleşmişlerdi ki efsuncuların yüzlerinin solduğunu görünce hemen fırladılar, rüzgar gibi ormandan çıktılar ve dağdan inmek için yarıştılar. Dağda bulunan yaratığın o efsuncuların müdahale edemeyeceği kadar korkunç olduğunu düşünerek efsuncuları anında terk etmişve göz açıp kapayıncaya dek ürkmüş hayvanlar gibi dağılmışlardı. Köylülerden biri diğerlerinden daha yavaştı,hem geride kalmış hem de ayağı takılınca düşerek bir ağız dolusu çamur yutmuştu.

Yalnız kaldığı için öleceğinden emindi ama aniden önünde durmakta olan beyazlı genç bir adam gördü. Gözleri anındaBelinde bir kılıç olan adam,puslu bir ışıkla sarılmış gibi görünüyordu, karanlık ormanının ortasındaneredeyse ilahiydi. Sıradan birisine hiç benzemiyordu.

Köylü aceleyle yardım istedi, “Genç Efendi! Genç Efendi! Yardım edin, burada hayalet var! A-A-Acele edip...”

Sözlerini bitiremeden önüne bir ceset daha düştü. Kanayan yüzü doğrudan onun gözlerinin içine bakıyordu.

Köylü tam korkudan bayılmaz üzereyken, genç adam ona tek bir kelime söyledi, “Git.”

Sadece tek bir kelimeydi, ama köylü anlaşılmaz bir rahatlık hissiyle sarılmış, neredeyse ölümden kurtulduğunu düşünüyordu. Bedeni aniden tekrar güçle doldu ve ayağa fırlayarak arkasına bakmadan kaçtı.Beyazlı adam sanki ne düşüneceğini bilmiyormuş gibi ormanda dolaşan cesetlere baktı. Başını kaldırdı. Ağacın üzerinde oturmakta olan siyah giysili kişi aşağıya zıpladı ardındanhemen önüne geçerek onu ağaca sıkıştırdı.

Mø Daø Zų Shī Novel (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin