Sadakat -Dördüncü Kısım

30 13 18
                                    

82.bölüm

Wei WuXian arkasını döndü ve doğrudan kan havuzuna doğru koştu. Lan WangJi hemen arkasındaydı. Beyaz cübbenin üzerindeki kırmızı flama sahiden de müthiş bir hedefti. Tek bir ceset bile diğerlerine bakmak için durmadı, yanlarından sürtünerek geçen canlı insanları tamamen görmezden gelerek, kıpkırmızı gözlerle Wei WuXian’ın üzerine ilerlediler.

Cesetlerin sayısı gittikçe artıyordu. Wen Ning’in açtığı yol neredeyse anında başka cesetler tarafından kapatıldığı için sık sık tekrar temizlemesi gerekiyordu. Mağaranın içindeki insanlar daha ancak yarısı dışarı çıkmaya fırsat bulabilmişti. Bazıları hala yürüyebilecek durumda değildi. Bichen’in parıltısının tekrar tekrar mağarayı süpürüşünü izlediler, arkadaki yenileri yaklaşırken sayısız ceset parçalara ayrılmıştı. Ağlamalar ve inlemeler yankılandı.Kısa bir süre sonra Wei Wuxian ve Lan WangJi’yi çevreleyen cesetler kan havuzuna yaklaşmalarına engel olmaya başladı. Kenardaki ceset dağ yükselirken, onları saran çemberde daralıyordu. Gençler endişeyle tutuşmuş haldeydi. Hepsi geri dönerek kılıçlarını çektiler.

Lan JingYi dışarı koştuğunda elinde kılıcını sallayan bir kişiyle karşılaştı, “Yardım eder misin? Hala kılıcını tutacak gücün varsa yardım etsen olur mu?! Biraz bile olsa kafidir!”“Kaybol!!!”

Lan SiZhui, “JingYi gidelim, kendi başımıza hallederiz!”Onların sesini duyan Wei WuXian bağırdı, “Wen Ning!!! Onları dışarı at!!!”Wen Ning, “Tamam!”O tam bir eliyle Lan JingYi’yi diğeriyle Lan SiZhui’yi yakalamak üzereyken, Lan SiZhui konuştu, “Hayalet General, gidemem, kalmama izin ver!!! Yoksa ömrümün sonuna kadar pişmanlık duyarım!!!”

İkisi göz göze geldikleri anda Wen Ning’in bedeni donmuştu. Onları artık yakalamayacağını fark edince Lan SiZhui hemen kılıcınıaldı ve döndü. Lan JingYi de kaçma fırsatı bulmuştu. Jin Ling neredeyse tamamen taşınır bir halde cesetlerin yanından dışarıya sürüklendi. Tüm cesetler Wei WuXian’ın üzerindeki flamayla cezbedilmiş, kırmızı gözleriyle tek bir noktaya bakarak onları görmezden geliyorlardı.Jin Ling bağırdı, “Dayı! Ben...”Jiang Cheng’in sesi buzdandı, “Eğer geri gitmeye cüret edersen sakın bir daha bana dayı deme.”Jin Ling ona baktı. Jiang Cheng onu yere attıktan sonra bağırdı, “Burada kal!” Kendisi ise, Sandu’yu kaptığı gibi tekrar İblis-Katli Mağarası’na girdi.Jin Ling ona seslenmeden önce bir an tereddüt etti, “Dayı, beni bekle!” uyarıya rağmen arkasından atıldı.Diğer tarafta, İblis-Katli Mağarası’nın içinde, Wei WuXian ve Lan WangJi’yi saran çember neredeyse üç metreye kadar daralmştı.Bichen’in ışıltısı hala parlak ve netti, ateş tılsımları da hemen alev alıyordu. Ancak çok fazla ceset vardı!Tam Wei WuXian bir avuç daha tılsımı atmıştı ki bir tehlike hissetti. Kenara baktığında tahmin ettiği gibi, bir ceset ceset yığınının üzerine tırmanmış onlara yaklaşıyordu. Ardına dek açılmış ağzıyla

kendisini Wei WuXian’ın üzerine fırlattı. Wei WuXian’ın elleri boştu. Küfrederek ceplerini yokladı ama boştu. Neredeyse kalbi duracaktı.

Tüm tılsımları bitmişti!Lan WangJi de tehlikeyihissetmişti. Tam kılıcıyla saldırmak üzereyken aniden bir çığlık duydu. Ceset havadayken ikiye bölünmüştü.Hayır. İkiye parçalanmıştı. Ve onu ikiye parçalayan yaratık önlerinde durmaktaydı!Cesetlerden oluşan dağın üzerinde dikilen kanlı ceset uzun bir adama aitti. Ellerinde biraz önce parçaladığı cesedin parçaları sallanırken Wei WuXian ve Lan WangJi’ye baktı.Lan JingYi’nin ağzı açık kalmıştı. OuYang ZiZhen mırıldandı, “...Atalarım adına... Bu ne böyle?”Gören herkesin aklında tek bir soru vardı –bu karşılarındaki şey neydi?!Tanımlayamadıkları ceset yoktan var olmuştu ve gördükleri hiçbir cesede benzemiyordu. Sanki kan havuzundan çıkmış gibi baştan aşağıya kanla kaplanmıştı. İnanılmaz zayıf bedeni çok tuhaf görünüyordu.Karanlık Kaplan Mührü’yle kontol edilen cesetler de bu tuhaf yoldaşlarının etkisi altına girmişti. Wei WuXian’a saldırmayı bırakıp tereddütle yeni cesede dönmüşlerdi.Kandan ceset ileri doğru bir adım attı.Eklemlerinden çıtırtılar yankılanırken ilerledi, neredeyse kemiklerini esnetir gibi görünüyordu. Uzuvlarından ve gövdesinden koyu kırmızı kan damlayarak yere düştü.Yin enerjisinin acı huzmesive ağır bir öfke tüm vücudundan boşaldı. O yaklaşırken diğer cesetler geri çekilmeye başladılar. Pek çok kişinin beti benzi atmış, ses çıkarmaya dahicesaret edemiyorlardı.Lan WangJi, Wei WuXian’ın önüne geçti, ancak Wei Wuxianelini Bichen’in üzerine koyarak bastırdı ve fısıldayarak, “...Bekle.” Gözleri kandan cesedin üzerindeydi. Bir tahmin zihninde şekillenmeye başlarken kalbi hızla atıyordu, tekrar etti, “Bekle.”Kandan ceset onlarla arasında on adım kadar kalınca durdu. Aniden başını kaldırdı iki kez kükredi. Kükremesi gittikçe yükseliyor ve keskinleşiyordu. İnsanlar kulaklarını kapattı.Kan havuzunun yüzeyi hafifçe dalgalandı.İlk başta sanki küçük bir taş atılmış gibiydi. Ancak dalgalar gittikçe genişledi, daha çok yoğun sıvının içinde huzursuzca hareket eden bir şeyler varmış gibi görünmeye başladı.Aniden bir el kanı deldi!El kıyıya tutunurken, parmakları toprağın derinliklerine gömüldü. Ardından gelen şey yarı çürümüş kırmızı bir yüzdü, hatları belli belirsizdi.İkinci kandan ceset havuzdan tırmanarak çıktı. Hemen ardından kan havuzunun yüzeyi tekrar kıvranmaya başladı, neredeyse kaynar gibiydi. Sıvı köpürürken daha fazla yüz belirdi. Üçüncü, dördüncü, beşinci...Her biri kanla kaplanmıştı. İğrenç yüzlerine tiz kükremeleri eşlik ediyordu. Kan havuzundan çıktıkları gibi hemen diğer cesetlerle dövüşmeye başladılar!

Mø Daø Zų Shī Novel (Türkçe)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin