Bölüm 29

3K 148 5
                                    

Düşünmeli her mesele üzerine her vakit düşünmeli "düşünmek düşünmek
bir saniyecik bile kalmış olsa düşünmek tek umuttur." diyor George Orwell.

Aldığım kitabın ön sözünü okurken bir yandan da Çınarın ev davetini düşünüyordum. Gitmek veya kalmak ikisi de benim karar vereceğim bir şeydi. Ama hala bir karar verememiştim. Yatağımın üzerine boylu boyuna uzanmış kitabımı okuyordum. Bir yandan evimde son günümdü ve bunu dinlenerek geçirmenin daha mantıklı olacağını düşünüyordum. Kısacası bugün tamamiyle düşünme günümdü. Sevil'e bundan hiç bahsetmemiştim muhtemelen hala neden oturuyorsun diye söylenirdi. Ona baktığımda kitap okumak için aldığım koltuğa bağdaş kurarak oturmuştu. Bir eliyle de tırnaklarını törpülüyordu.

"Söylemek istediğin bir şey var gibi" diye sordu. Gerçekten dışarıdan öyle mi görünüyordum?

"Önemli bir şey değil." deyip geçiştirdim. Beni mi yiyorsun dercesine gözlerini üzerimde gezdirdi. O sırada telefonum titrediğinde komodinin üzerine uzandım ve aldım. Tahmin ettiğim kişiden gelmişti.

Çakma Deoman :)

Çok düşünmek iyi değildir bence.

Bay zeki konuşuyordu şuan. Aklımdan geçen az önce kitabımda okuduğum sözcükleri Çınara yazıp göndermekti. Ama sadece onun anlayacağı kadarını gönderdim.

Ben:

bir saniyecik bile kalmış olsa düşünmek tek umuttur." diyor George Orwell. (Bu demek oluyor ki sana katılmıyorum. )

Ardından telefonu yatağın üzerinde bırakıp ayağa kalktım. Kendime bir bardak su almak için mutfağa doğru yol aldım. Annem yine evde yoktu. Bazen iyi ki annemle kalmıyorum diye seviniyorum desem yeridir. Yalnız başıma evde kalmak fazlasıyla sıkıcı olurdu. Masanın üzerinde duran surahiyi alıp bardağımı doldurdum. Su bardağımı da elime alarak pencerenin yanına gittim. Belki havayı bahane ederde Çınarın teklifini reddederdim. Perdeyi hafif aralayıp dışarıya göz gezdirdiğimde dünkü havadan pek farkı yoktu bugünün. Havanın tamamı bulutlu ve rüzgarlıydı. Bunu havada uçuşan yapraklardan anlıyordum. Elimdeki sudan bir yudum alıp içtiğimde evin yakınlarına siyah bir araba yaklaştı. Ağzımda tuttuğum suyu tükürmemek için bir an önce yuttum. Arabanın içinden inen Çınarın ta kendisiydi. Burada olduğuna inanamayan gözlerle baktım. Ardından elimdeki bardağı masaya bırakıp koşturarak odaya gittim. Kapıyı hızla çarptığımda Sevil olduğu yerde irkildi.

"Çınar burda" dedim.

"Sen gitseydin o buraya gelmezdi." diye karşılık verdi. Sevil'in haberi olduğundan bile haberim yoktu. Ama doğru ya Çınar bey ile çok yakın arkadaştı bunlar.

"Gitmek istemiyorum." dedim. Oturduğu yerden ayağa kalkıp bana doğru geldi.

"Bence git böylece onun hakkında merak ettiğin her şeyin cevabını bulabilirsin." diye bana ders verdi. Merak ediyordum dünden beri merakım daha da artmıştı. O benim ailemi tamamiyle görmüş ve yakından tanımıştı. Ben ise onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kapı zili zır zır ötmeye başladı.

"Söyle ona beş dakikaya geliyorum." deyip Sevil'i kapıyı açıp Çınarı karşılamak için görevlendirdim. Odadan çıkar çıkmaz kapıyı kapatıp arkadan kilitledim. Ne olur ne olmaz diye.

Aslında hazırlanmam beş değil bir saatimi alırdı normalde. Ama sıradan ve sade olmak istiyordum sonuçta sadece ailesiyle tanışacak bütün merakımı yok edecektim. Dolabımın kapaklarını ağzına kadar açtım. Baştan aşağıya göz gezdirdim dün annemin aldığı kazaklardan birini seçtim. Altına da uygun bir kot pantolunu çıkardım. Bir beş saniye içinde giyinip aynanın karşısına geçtim. Kırmızı kaşemi üzerime giyip saçlarımı açtım. En ağzından kapıdan kovulamayacak kadar güzel görünüyordum. Çantamı alıp odadan çıktım. Hemen salonda Çınar ve Sevil'in sesleri geliyordu. Çok çabuk sohbete dalmışlardı.

OYUN BOZANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin