Nefret

3.5K 166 13
                                    

Kollarının arasında öylece kalmamın üzerinden tam yarım saat geçmişti. Kendi kendime napıyorum ben ya dedikten sonra kalkmaya yeltendiğimde beni daha sıkı sarıp yüzünü boynuma gizledi. Bu hareketinden sonra öylece kalakaldım. Aklım kalkmamı emrederken kalbim biraz daha kalmamı buyuruyordu. Yoğun bira kokusuna rağmen Bora'nın kokusu net bir şekilde hissediliyordu. Ağlamak istiyordum. Bana söyledikleri aklıma geliyordu çünkü. Hayatımdan bir gün çıkıp gideceğine inanmıyordum belki de.

Olduğum yerde biraz kıpırdandım. Her hareket ettiğimde sanki kaçacakmışım gibi beni biraz daha sıkı sarıyordu. Dayanamayıp adını fısıldadım. Sesimin tonunda ikaz vardı.

"Bora."

"Lütfen." Kaşlarımı istemsizce çattım.

"Ne lütfen?"

"Gitme." Sesi o kadar ağlamaklı çıkıyordu ki dayanamadım. Gözyaşlarım gözümden akmaya başladığında hissedebileceği şekilde kafa salladım. Bir elimi onu rahatlatmak istercesine saçlarının arasında gezdirmeye başladım. Gururuma yediremiyordum bu yaptığımı. Ama son kez kalbimin sesini dinledim. Gözlerim kapanmadan hemen önce gördüğüm yüz onunki oldu.

Hava aydınlandığında gözlerimi hafifçe araladım. Hareket ettiğimde Bora da uyanmış oldu. Daha dün ayrıldığımız için salya sümük ağladığım adamın kollarında uyanmıştım. Hayat garipti. Hem de baya garipti.

Kollarını şaşkın bir biçimde benden uzaklaştırdı. Gözlerini biraz ovuşturduktan sonra konuşmak için dudaklarını ıslattı.

"Nilay ben..." Devam etmesi için gözlerinin içine baktım. Yine gözlerini kaçırdı benden. "Kusura bakma." Kusura bakma mı? Şaka mıydı bu?

"Kusura bakmayayım?" Sıkıntılı bir nefes verdi. Sinirlerim o kadar gerilmişti ki birden patlayıverdim. "Tabii canım kusura niye bakayım ki? Bir gün önce benden ayrıl. Ertesi gün evde olmayacağım dediğin saatte eve kafan güzel gel. Üstüne üstlük gitmek istediğimde bana gitme diye yalvar. Tüm bunlar için niye kusura bakayım? Öyle değil mi? Bunlar olağan şeyler!" Hiçbir şey söylemedi. Hatta yüzüme bile bakmadı. Tek yaptığı kafasını iki yana sallamak oldu. Valizimi hızlı bir hamlede kavradım. Önünden geçmeden biraz önce yavaşladım. En ciddi ses tonum devreye girmişti bile. "Senden nefret ediyorum." Hızla geçip gittim. Söylediğim söze ne tepki verdiğine bile bakmadan. Evden çıkarken kapıyı da hızlıca çekmeyi ihmal etmedim.

Gerçekten ondan nefret mi ediyordum. Hayır sanırım etmiyordum. Ama içimden böyle söylemek geliyordu çünkü ona o kadar kızgındım ki canını yanmak istiyordum. Binadan çıkar çıkmaz başka bir sokağa girdim. Nereye gittiğimin önemi yoktu. Sadece bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Valizimi kaldırımın kenarına koyduktan sonra hemen köşeye çöküp ağlamaya başladım. Telefonumu elime aldığımda Burcu'dan sayısız çağrı ve mesaj vardı. Umursamadan telefonu cebime attım. Ağlamamı durduramıyordum. Bu sırada görüş alanıma bir el girdi. Biri bana peçete uzatıyordu. Bu kişi Doruk'tu. Kendimi dejavu yaşamış gibi hissediyordum.

"Yine mi güvenmiştin?" Anlayamamıştım.

"Efendim?"

"O gün parkta ağlarken güvenmiştim demiştin." Hatırladığımı belli edecek bir ses çıkardım.

"Hayır bu sefer öyle değil." Oturmak için benden gözleriyle izin istedi. Kafamı hafifçe salladım.

"Peki bu sefer neden?" Tebessüm ettim ama hüzün kokan bir tebessüm.

"Celladıma aşık olmuşum." Duraksadım. "Ya da aşığım celladım olmuş desek daha doğru."

"Bora mı?" Kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırdı. "O bir karıncayı bile incitemez." Evet öyleydi. Bunu bilmek ve beni neden bu kadar incittiğini anlayamamak biraz daha ağlamama neden oldu. Sırtıma elini koyup beni kendisine çekti. "Şş tamam sakin ol." Hıçkırarak ağlamaya devam ettim. Biraz kendime geldiğimde Doruk'tan uzaklaştım. "İstersen onunla konuşurum." Kafamı iki yana salladım.

Çünkü Sen BenimsinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin