Karanlıktan korkuyorum. Ama ışığın varlığından noksan olan karanlıktan bahsetmiyorum. Kasdettiğim insanın içindeki karanlık. Düşüncelerdeki karanlık. Umutlardaki karanlık. Tüm düşündüklerim kapkara bir boşluğa büründüğünde korkuyorum. İçimdeki karanlığın ruhuma santim santim işlemesi korkutuyor beni. Bir yerlerde aydınlık görmek ister gibi etrafıma bakınsam da gördüğüm siyahlıkla duvarların dibine çöküyorum tekrar. Benim karanlığım umutsuzluk hali. Korkularımın siyahlığı umutlarımı kirletiyor adeta. İçimdeki karanlık her an beni en derinine çekiyor ve benim birinin beni bu karanlıktan çekip çıkarmasından başka şansım yok.
İçimdeki karanlık dışarıya vurmuştu sanki. Gözlerimi birkaç kez kırpsam da hiçbir şey göremiyordum. Her şey karanlığın esiriydi. Üzerinde uzandığım yataktan yavaşça doğruldum. Birkaç dakika içerisinde karanlığa alışan gözlerim odadaki eşyaları seçebilecek hale gelmişti. Oturduğum yataktan kalkıp pencereye yöneldim. Sigara koka perdeyi kıvırıp dışarı baktım. Pencere demir parmaklıklarla kaplıydı. Dışarısı zifiri karanlıktı ve sadece taş yığınları vardı. Yıkılan bir inşaata benziyordu burası. Etrafımı incelemeye çalışırken kapı yavaşça açıldı. Işıktan yoksun olan küçük oda saniyeler içinde aydınlandı. Korkuyla kapıya bakarken Burak gülerek bana doğru yürümeye başladı. Odanın en köşesine kadar yürürken bağırdım.
"Yaklaşma bana!" Burak gülmeye ve yürümeye devam etti. Elindeki tepsiyi yatağa bırakırken bana yaklaşıp bileğimi kavradı.
"Karıcığım, acıkmışsındır. Gel yemeğini ye hadi." Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım. Bileğimi nazikçe kavrayan elinden sertçe kurtuldum.
"Ne diyorsun sen be?" Bu sefer bileğimi sertçe kavrayıp dişlerinin arkasından sinirle konuştu.
"Karıcığım sana yemeğini ye diyorum." Beni zorla yatağa oturturken gülümseyerek tepsiye baktı.
"Manyaksın sen!" Gülümsemesi birden yok olurken sinirle odadan çıkıp gitti. Ne diyordu bu çocuk? Deli midir nedir? Önümdeki yemeğe sinirle bakıp tepsiyi duvara fırlattım. Odanın içindeki karanlığı yok etmek için lambanın düğmesini aradım. Işığı yakarken kapıyı da açmaya çalıştım ama kapı kitliydi. Sinirle yatağa oturdum. Zaten sabah da kahvaltı yapmadığım için çok acıkmıştım. Arada bir odanın içinde volta atarken yardım isteyebileceğim biri geçer belki ümidiyle pencereye yöneliyordum. Bir anlık sinir harbiyle pencereden dışarı bağırmaya başladım.
"İmdaat! Kimse yok mu? Bana yardım edin?" Ama sesim taşlara çarpıp bana geri dönüyordu. Tekrar bağıracakken kocaman bir el ağzımı kapladı. Ben sertçe kavrayıp odanın bir ucuna fırlattı. Yüzümün önüne gelen saçları geri çektiğimde Burak'ın sinirden kudurmuş gözlerini gördüm. Işığı açtığım için yüzünü bu sefer daha net görüyordum. Dağılmış bir suratı, dağılmış saçları ve dağılmış bir ruhu vardı. Deminki yapmacık gülümsemesi ya da tavırları yoktu. Kişilik bölünmesi yaşıyordu sanki. Bir öyle bir böyle. Sinirle kükredi.
"Ne yapıyorsun lan sen?" Düştüğüm yerden kalkarken yüzüne tısladım.
"Beni bulacaklar. Seni de hapse atacaklar. Bora beni bulacak. Göreceksin." Bora kelimesini duyduğu an bana doğru atıldı. Boğazımı duvara yapıştı.
"Lan hala o herifin adını ağzına mı alıyorsun sen? Beni aldattığın herifin adını ağzına mı alıyorsun?" Ona şaşkınlıkla bakarken bir yandan nefes almaya çalıştım. Boğazımı hızla bıraktığında kesik kesik nefesler alarak konuşmaya çalıştım.
"Burak manyak mısın sen? Biz seninle Bora'ya oyun oynamak için barda tanıştık. Engin tanıştırdı bizi." Bir yandan da öksürüyordum. Hızla yanıma gelip parmaklarını saçlarımın arasına geçirdi. Yüzü yine başka bir insana büründü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çünkü Sen Benimsin
Roman d'amour"Bak anlamadıysan eğer tekrar söyleyeyim. Sen bensin. Ve seni sevdiğim günden beri bana aitsin. Seni bırakamam, kaybedemem. Senden asla uzaklaşamam. Çünkü sen benim içinsin. Çünkü sen benimsin. Bu asla değişmez. Bu bir kaide. Benim kaidem. Hiç bir i...