"Orada olduğunu biliyorum."
Gözlerimi kapattım ve beni gerçekten görmediğini kendime söyleyip durdum. Beni görmüş olamazdı. Peki ya gördüyse? Hemen bir bahane bulmalıydım. Cümlesini yinelediğinde ayağa kalktım.
"Burada olduğunu bilmiyordum." Tribünlerin daha aydınlık bölümüne yürüdüm. Artık o da beni görüyordu. "Yalnızca basketbol oynamaya geldim." Omuz silkti.
"Sen basketbol sevmezsin ki." Tribünlerden hızlıca indim.
"Artık seviyorum." Topların olduğu bölüme giderken bir yandan da konuşuyordum. Kinayeli ses tonum devreye girdi. "Hem biliyor musun insan bazen hiç sevmem dediği şeyleri çok sevebildiği gibi çok seviyorum dediği şeylerden de kolayca vazgeçebiliyor." Bakışlarını üzerimden çekmedi. Topu hızlıca Bora'nın oynadığı potanın karşısındaki potaya salladım ama bu dünya üzerindeki en rezil şutlardan biriydi. Gülümsediğini hissetsem de çaktırmadım.
"Pekala."
"Alıştırma yapmam lazım. O yüzden yani. Isınmadım daha." Kafa sallayıp oyununa döndü. Bir süre sonra köşedeki havlusuna yürüdü.
"Bir dahaki sefere parfüm sıkma. Kokun seni açık ediyor." Kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Bir daha diyorum birini gizlice dikizleyeceksen parfüm sıkmadan git. Seni tanıyan biriyse bu parfümün kokusunu almamasına imkan yok." Elimle tuttuğum tişörtümü burnuma götürdüm. Cidden deli gibi parfüm kokuyordum. Bir an duraksadım.
"Dikizlemek mi? Hem de gizlice? Hem de seni?" Abartılı bir şekilde gülümsedim. "İşim gücüm yok buraya seni görmeye geleceğim öyle mi?" Elindeki havluyu bir kenara bırakıp tamamen bana odaklandı. "Kendini bu kadar değerli mi sanıyorsun?" Evet öylesin. Ama ne önemi var? Gözleri birkaç saniyeliğine donuklaştı. Ne zaman yanlış bir şey söylesem böyle bakardı zaten bana. Yanlış bir şey mi söylemiştim yani? Hiçbir şey söylemeden potaya son kez şut çekti. Bir üçlükle son bulan bu hareketinin ardından tek kelime etmeden oynamayı bırakıp bir köşeye oturdu. Derin derin nefesler alıp dinleniyor gibiydi. Elimdeki topu bir köşeye bırakıp kapıya doğru yürüdüm. Son defa arkamı dönüp yüzüne baktım. Kapıya yöneldiğimde aslında son defa olmadığını anlayacaktım. Çünkü kapı kilitliydi. Birkaç kez zorladığımda dönüp bana baktı. "Umarım buranın başka bir çıkışı vardır." Ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Etrafına kısa bir bakış atıp konuşmaya başladı.
"Var gibi mi duruyor?"
"Kapı kilitli." Soğukkanlılıkla yanıma gelip kapıyı bir kere zorladı.
"Sanırım öyle." Kapıya birkaç kez vurdum.
"Kimse yok mu?" Ama ortalıkta kimse yok gibiydi.
"Saat kaç?" Gözlerim kol saatime kaydı.
"On biri çeyrek geçiyor." Gülümseyip aşağı indi.
"Kendine uyuyacak bir yer bul. Çünkü şu an spor salonunda bizden başka kimse yok." Kaşlarımı çattım.
"Şaka mı bu?" Öndeki tribünlere yerleşip havlusunu başının altına yastık gibi yerleştirdi ve uzandı. "Buradan çıkmak istiyorum." Ellerini iki yana açtı.
"Çıkabilirsin." Birkaç kez daha kapıyı yumrukladım ama boşunaydı. Birden salonun ışıkları kapandığında yerimden sıçradım. "Ha bu arada salondaki ışıklar belirli bir saatte otomatik olarak kapanır." Sinirli adımlarla uzandığı tribüne ilerledim.
"Telefonun yok mu senin? Birilerini arasana."
"Soyunma odasında." Benim telefonum da soyunma odasındaydı.
"Yok mu burada olduğunu bilen birileri?"
"Yok." Derin bir nefes aldım. Sabrım tükeniyor gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çünkü Sen Benimsin
Romance"Bak anlamadıysan eğer tekrar söyleyeyim. Sen bensin. Ve seni sevdiğim günden beri bana aitsin. Seni bırakamam, kaybedemem. Senden asla uzaklaşamam. Çünkü sen benim içinsin. Çünkü sen benimsin. Bu asla değişmez. Bu bir kaide. Benim kaidem. Hiç bir i...