Shawn Mendes - In My Blood
İnsanlar.. İnsanlar, garip varlıklardır. Onların doğasında, birbirlerine üstün çıkma çabası her zaman var olmuştur. Güçlüler güçsüzleri ezer ve bundan gurur duyarlar. Kimse güçsüz tarafta olmak istemez, ama önemli bir ayrıntıyı unuturlar. Güçsüzler Dünya'da var olmasaydı, güçlüler de var olmayacaktı. İşte, her şeyin sonucu buna bağlıydı aslında..
Kim Taehyung, bunu bilmeyen birisi değildi. O, sadece bunu görmezden gelmeyi seçmiş ve fark etmemiş gibi yapmıştı. Eğer, güçlü olduğuna inanırsa her şey daha kolay olurdu. Ama güç, bazen insana yarardan çok zarar getirirdi.
Sarayın güzel koridorlarında ilerlerken Jisoo şaşkınlık ve hayranlık karışımı gözlerle etrafı izliyor, Taehyung ise ifadesizce yürüyordu. Sonunda, Taehyung'un hemen yanındaki odanın önünde durduklarında Taehyung kapıyı açtı ve sessizce içeri girdi. Jisoo da vakit kaybetmeden Taehyung'un arkasından odaya girmişti. Oda, geniş, ferah ve Jisoo'nun eski odasının aksine kocaman pencereleri olan bir odaydı. İçeriyi Güneş ışınları güzelce süslüyordu ve Jisoo, Taehyung'un bu geniş pencereli odayı ona bilerek verip vermediğini merak etti.
"Nasıl hissediyorsun?" dedi Taehyung, konuşması gerektiğini hissettiğinde.
"Garip," diye mırıldandı Jisoo. "Fakat, bir o kadar da heyecanlıyım."
"Yakında alışacaksın. Ateş Krallığı'nın çok güzel olduğu kanaatini verebilirim sana." Sonra gözlerini odada gezdirmişti ve diliyle dudaklarını ıslatmıştı. "Burası senin odan."
"Teşekkür ederim." dedi Jisoo. Hayatında hiç olmadığı kadar mutluydu. "Size sormak istediğim bir soru var." Hafifçe ellerini önünde kavuşturdu ve nazik olup olmadığını düşündü bir süre. Anlaşılan, Taehyung gerçekten çok ama çok iyi ve nazik bir prens olmalıydı ki; kendisini kurtarmaya gelmişti. Bu yüzden Jisoo, Taehyung'un yanında davranışlarına ve konuşmasına dikkat etmeliydi.
"Tabii," diyerek başıyla onayladı Taehyung.
"Benim yaşadığımı nereden biliyordunuz?"
Taehyung'un dudakları yavaşça kıvrıldı. "Bunu şimdilik dert etme. Bilirsin, hiçbir gerçek sonsuza dek saklanamaz." Sonra konuşmayı değiştirmek adına hafifçe boğazını temizlemiş ve odanın dışına doğru seslenmişti. "Chorong, odaya gelebilirsin."
İçeriye kahverengi saçlı tatlı bir kız girmiş ve sıcacık bir gülümsemeyle Taehyung'un önünde eğilip Jisoo'ya bakmıştı.
"Jisoo, bu Chorong." dedi Taehyung. "Kendisi benim en güvenilir hizmetkarım olur ve burada kaldığın sürece seninle o ilgilenecek. Bir sıkıntın olursa direk ona söyleyebilirsin."
"Evet," dedi Chorong gülümsemesini bozmadan Jisoo'ya bakarken. "Sizinle güzel bir şekilde ilgileneceğime emin olabilirsiniz."
"Gayet iyi," dedi Taehyung son bir kez Jisoo'ya bakıp odanın çıkışına adım atmaya başlarken. "Sen biraz dinlen. Daha sonra görüşeceğiz."
***
"Sana o kızı burada istemiyorum dedim."
"Ben de sana çeneni kapamanı söyledim." dedi Taehyung sinirle. "Tanrı aşkına, iki saattir başımın etini yedin Jennie. Bundan daha önemli işlerim var biliyorsun değil mi?"
Jennie sinirle soludu. "Sen kendinde misin? En büyük düşmanımız olan Su Krallığı'nın prensesini buraya getirmek de ne? Saçmalıyorsun."
"Benimle nasıl böyle konuşabilirsin?" dedi Taehyung sert bakışlarını kız kardeşine dikerek. "Sana tölerans gösteriyorum diye haddini aşma. Bir şeyi biliyorum da yapıyorum. İşlerime karışmaman gerektiğini ne zaman öğreneceksin?"
"Ben sana yardım etmeseydim," dedi Jennie bıkkınlıkla omuzlarını düşürerek. "Çoktan ölmüştün."
Taehyung ifadesizce Jennie'ye bakmış ve bir kelime bile etmeden arkasını dönerek geniş koridorda uzaklaşmıştı. Jennie iç çekip elini saçlarının arasından geçirdi. Taehyung ve Jungkook'a gerçekten değer veriyor ve onları seviyordu. Ama o kadar mantıksızca hareketler yapıyorlardı ki, tek düşündükleri kendileri ve saygınlıklarıydı. Tam anlamıyla birer bencildiler.
"Ne oluyor yine?"
Jennie, arkasını dönerek kuzeni Irene ile göz göze geldi. Genç kız merakla en yakın arkadaşına aynı zamanda ölen amcasının biricik kızına bakıyordu. Irene, Ateş Krallığı'nın şu anki kralının tek kızıydı. Kralın başka kızı ya da bir oğlu yoktu. Irene, önceden bir leydi şimdiyse Jennie gibi bir prensesti bu güçlü krallıkta.
"Abim," diyerek omuz silkti Jennie. "Buraya Su Krallığı'nın prensesini getirmiş. Hah!" Jennie alayla güldü. "Buna inanabiliyor musun? Tam bir saçmalık!"
"Evet," dedi Irene omuz silkerek. "Kafasında ne dönüyor gerçekten merak ediyorum."
"O halde gidip öğrenelim."
"Ne?"
Irene'ın şaşkın bakışları arasında Jennie genç kızın bileğinden tutarak Jisoo'nun odasına doğru çekiştirmeye başlamıştı. Su Krallığı'nın prensesini bizzat kendi gözleriyle görmek istiyordu. Bu kız abisini kendisine nasıl çekmiş olabilirdi ki? Çok mu güzeldi? Yoksa, çok mu zekiydi?
Jennie ve Irene kapıyı tıklamaya gerek bile duymadan kabaca içeri daldıklarında, Irene sürekli Jennie'den kolunu kurtarmaya çalışıyor ne olursa olsun yaptıklarının ayıp ve nezaketten yoksun bir hareket olduğunu söyleyip duruyordu.
Jennie ise beklediğinin aksine, Jisoo'yu cama tamamen yapışmış bir şekilde kıkırdayarak dışarıyı izlerken bulmuştu. Şaşkınlıkla gözlerini açtı. Bu çok garipti. Bu kız neye bakıyordu ki öyle?
"Hey, sen." dedi Jennie, Jisoo'nun dikkatini üzerine çekebilmek için. "Sen, Su Krallığı'nın prensesi Kim Jisoo'sun, değil mi?"
Jisoo, kendisine seslenen tanımadığı iki kıza dönmüş ve saf saf bakmaya başlamıştı. "Evet. Ben Jisoo. Ya siz?"
Jennie alayla güldü. "Biz Ateş Krallığı'nın prensesleriyiz."
"Gerçekten mi?" dedi Jisoo şaşkınlıkla. "Sizinle tanışıp tanışamayacağımı merak etmiştim."
Jennie, Jisoo'ya garip garip bakmaya devam ederken Irene sadece onun çok masum olduğunu düşünüyor; dahası nasıl böyle masum kaldığını merak ediyordu. Jennie kaşlarını çattı. Jisoo'nun tatlılığı Irene'i yumuşatsa da, Jennie'yi sinirlendirmişti. Kendilerini aptal yerine koyduğunu zannediyordu.
"Sen." dedi tekrar sinirle ve Irene'ın yanından uzaklaşarak Jisoo'ya daha da yaklaştı. "Su bükebiliyor olmalısın. Hatta kraliyet ailesi soyundan geldiğine göre, sadece suyu bükmekle kalmayıp oluşturuyor olmalısın değil mi?"
Jisoo dudaklarını aralayıp cevap verecekti ki Jennie onu durdurdu. "Bana karşılık ver. Gücünü merak ediyorum."
Jisoo'nun bir şey demesine kalmadan Jennie elleri arasında oluşturduğu ateşi direk Jisoo'ya yönlendirmişti. Jisoo ise sadece gözlerini kocaman açıp sanki işe yarayacakmış gibi kollarını yüzüne siper etmişti.
Fakat, Jennie'nin oluştuğu alevler Jisoo'ya yönelmek yerine odanın tavanına doğru yönelmiş ve daha sonra kıvılcımlar halinde sönmüştü. Jennie alevleri oluşturmayı bırakıp, arkasına baktı ve yutkundu.
Çünkü arkasında; gözleri kırmızıya boyanmış, gerçekten çok sinirli olan Kim Taehyung duruyordu.
××××
Ufak bir açıklama yapayım.. Şöyle ki, krallıklarda her insan bükücü değil. Sadece belli bir kesim ve aslında azınlık bir topluluk bükücü. Kraliyet ailesininse başka bir özelliği daha var, ailenin her üyesi zaten bükücü ama aynı zamanda onlar bükebilmek için dışarıdan bir maddeye ihtiyaç duymuyor, kendileri oluşturabiliyorlar. Bu Kraliyet Ailesine halk tarafından verilen kutsal bir özellik bu kitaba göre.
Anlamadığınız ve merak ettikleriniz olursa sorabilirsiniz *spoi hariç* cevaplayacağım❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pied piper ❅ bts•bp ✓
ФанфикшнAteş Krallığının altında yanıyordu tüm fenerler. Gücü, asaleti tüm çıplaklığıyla yarıyordu geceyi. Bizden güçlüsü yok, diye düşünüyordu tahtında oturan genç adam. Her zaman böyle düşünürdü. Toprak Krallığının, Su Krallığının ya da Hava Krallığının b...
