BTS - Outro: Tear
Söylentiler, bir duman gibi yavaş yavaş yayılıyordu tüm Dünyaya. Böyle bir evliliği beklemedikleri için şaşıranlar, aynı zamanda Toprak Krallığı'nın biricik veliahtı Min Yoongi'yi, Rose gibi çekingen bir kızın tavladığına inanamıyor gibilerdi. Fakat, her şey yolundaydı. Dedikodular her zaman var olsa da Yoongi tahtına adım adım yaklaşıyor, Rose ise çaresizce düğün gününü bekliyordu.
"Buna inanamıyorum." dedi Lisa bir elindeki davetiyeye bir de koltuğunda oturup dışarıyı izleyen en yakın arkadaşına bakarak. "Sen ve abim ne ara.."
Ama Rose onu duymuyor gibiydi. Kollarını göğsünde kavuşturmuş öylece dışarıyı izliyordu. Lisa iç çekerek onu duymuyormuş gibi görünen arkadaşına baktı. Artık kimin adına endişeleneceğine dair bir karar veremiyordu.
***
Su Krallığındaki güneşli hava herkes içini açarken, Jennie büyük pencereden giren Güneş ışınlarına karşı gözlerini kısmış ve yatağından kalkarak perdeleri çekmişti. O, fazla ışığa alışık değildi. Oda biraz da olsa karanlığa gömüldüğünde derin bir nefes aldı.
Su Krallığı, Ateş Krallığından çok farklı bir yerdi. Tam olarak zıt denilemese de, çoğu şey birbirine aykırıydı. Su Krallığı, güzel ormanların, verimli toprakların, sürekli akmaya devam eden derelerin bulunduğu bir cennet gibiydi. Fakat, krallık o kadar zayıftı ki, gittikçe de zayıflamaya devam ediyordu, halkın büyük bir çoğunluğu bu cennetin tadını çıkaramıyordu.
Jennie, tekrar yatağına oturarak yatak başlığına sırtını yasladı. Jimin, ona bir esir gibi falan davranmıyordu. Bir misafir gibi davranıyordu. Jennie ne isterse yapılıyordu. Jimin çoktan onun için böyle harika bir oda, bir oda kadar büyük olan dolapta giysiler hazırlatmıştı ve sanki her gün yemekler daha bir özenle yapılıyordu. Jennie, buraya gelmekle hata yaptığını biliyordu. Jimin'e güvenip güvenmemek konusunda çok düşünmüştü. Ama hala bir yanıt bulamıyordu.
Odanın kapısı birkaç kez tıklandı ve Jennie'nin her gün duymaya alışık olduğu ses duyuldu. "Jennie, müsaitsen içeri gelebilir miyim?"
Jennie iç çekerek üstündeki ipek pijamaya baktı ve yorganı beline kadar çekti. "Tabii, gelebilirsin." Jimin, kapıyı yavaşça açarak içeri girdi. Ardından kapıyı kapatmış ve Jennie'nin yanına ilerlemişti. Jennie ona bakmamak için gayret gösterirken, Jimin aksine gözlerini hedef alıyordu.
"Biraz dışarıya çıkmak ister misin?" dedi gülümseyerek. "Hava bugün çok güzel."
"Hayır, ben böyle iyiyim." dedi Jennie parmaklarıyla oynarken. Kendini çok garip hissediyordu. Jimin orada dikilip, dikkatlice onu izlediği için Jennie kesinlikle garip hissediyordu.
"Bana hala kızgın mısın?" diyerek yatağın ucuna oturdu Jimin. Ses tonu üzgün çıkıyordu ve çok masum görünüyordu. Ama hayır, o masum olamazdı. Kız kardeşine yaptıklarını hatırla, dedi Jennie kendi kendine. Jisoo'yu ne ara bu kadar umursamıştı bir fikri yoktu.
"Tabii ki sana kızgınım." dedi Jennie sert bakışlarını Jimin'e yollarken. "Beni buraya hapsettin. Beni kandırdın, arkamızdan iş çevirdin Jimin. Orada Yoongi ve Namjoon, abimi tahttan indirmek için planlar yapıyor, bense burada elim kolum bağlı oturuyorum. Neden?" Sesi gittikçe yükseliyordu, bu konuda Jimin'e gerçekten sinirliydi. "Çünkü Park Jimin," dedi tıslarcasına. "Kız kardeşine yaptığı gibi beni de buraya hapsetti!"
"Seni buraya hapsettim öyle mi?" dedi Jimin. Kaşları çatılmıştı, gözlerindeki o üzgün hava dağılmıştı ve dudaklarında alaycı bir gülümseme yer edinmişti. "Bakıyorum." diye devam etti. "Gayet rahat bir yatakta oturuyorsun. Seni kahvaltıya çağırmak için geldim. Ben odadan dışarı çıktıktan sonra Jisoo'nun asla sahip olmadığı büyük dolabın önüne giderek üstünü değiştirecek ve yine Jisoo'nun asla sahip olmadığı bu odadan dışarı çıkıp, yemek odasına geleceksin. Bu mu tutsaklık?"
Jennie histerik bir kahkaha atmıştı. "Jisoo bunlara sahip olamadıysa, bunun sorumlusu sensin."
Jimin birkaç saniye Jennie'nin ateş saçan gözlerine bakmış ve ardından dayanamayarak hızla ayağa kalkıp üstündeki tişörtü bir çırpıda çıkarmıştı. Jennie şaşkınlıkla gözlerini açarken, zorlukla konuşmuştu. "Jimin, sen ne-" Gözleri Jimin'in vücudundaki kızarık yara izlerine takıldığında şaşkınlığı daha da artmıştı. Genç adamın sırtında, göğsünde ve karnında uzun zamandır orada olduğu belli olan yara izleri bulunuyordu. "Bunlar nasıl oldu?" dedi Jennie yutkunarak.
Jimin iç çekmiş ve parmaklarını saçlarının arasından geçirmişti. Jennie neler olduğunu anlayamayarak ayağa kalktı. "Jimin, sana bunları kim yaptı?"
"Ne sanıyorsun?" dedi Jimin soğukça. "O benim kız kardeşim. Ne sanıyorsunuz siz cidden?" Alaycı bir tavırla gülmüştü. "Onu oradan çıkarmak için çaba harcamadığımı mı düşündünüz? Ben çocuktum, küçüktüm evet fakat Jisoo benim her şeyimdi. Onu geri kazanabilmek, hapsedildiği yerden çıkarabilmek için aileme gecelerce yalvardım. Bir keresinde anahtarı çalıp, onu çıkarmaya çalıştım.. O minik pencereden çıkması için yardım etmeye çalıştım.. Kendimce planlar yaptım. Bunlar da sonuçları."
Jennie şok olmuş bir şekilde Jimin'e bakakalırken Jimin yatağın üstündeki tişörtünü almış, son bir kez Jennie'ye bakmıştı. Kapıdan çıkmadan önce mırıldandı: "Sadece bir kapıdan bakıp, diğer kapıları es geçmek sizin en büyük özelliğiniz değil mi?"
***
"Beni buraya neden çağırdın?" dedi Jungkook. Sabahın köründe aldığı bir haberle kendisini Hava Krallığında bulmuştu. Buraya ilk defa Yoongi olmadan, Taehyung olmadan yapayalnız bir şekilde geliyordu. Bu onu germişti. Namjoon, zeki bir adamdı ama aynı zamanda korkulacak bir insan da olabilirdi. Jungkook'un düşüncesi bu yöndeydi. Namjoon'u pek iyi tanımıyordu.
"Olaya hemen girmeyi seviyor olmalısın." diyerek gamzelerini gösteren bir gülümseme sundu Namjoon. "Madem öyle ben de çok fazla vaktini almayacağım." Namjoon'un her zaman misafirlerini karşıladığı odadaki yemek masasında oturuyor ve kahve içiyorlardı. Namjoon kahvesinden bir yudum daha aldı. "Yoongi artık seninle direk olarak iletişime geçmek istemiyor."
Jungkook'un gözleri şaşkınlıkla açılırken elleri arasındaki fincanı zorlukla masaya bırakmıştı. Yoongi'nin bu şekilde kestirip atacağını hiç düşünmemişti. En azından bir kez daha konuşup, ona durumu açıklayabileceğini düşünmüştü. "Nasıl yani?" dedi zorlukla.
"Lisa ve senin ilişkinden bahsetti. Anlaşılan sana güvenmiyor ve senin de Toprak Krallığındaki saraya gelip gitmeni istemiyor. Bu yüzden bundan sonra onunla değil, benimle iletişim halinde olacaksın. Yoongi ile beraber aldığımız kararları sana ben söyleyeceğim."
Jungkook hafifçe gülmüştü. "Beni bir piyon olarak kullanacaksınız yani?"
Namjoon gülümseyerek kafasını iki yana salladı. "Sen her zaman piyondun, Jungkook." dedi acımasızca. "Yoongi'nin sana verdiği şefkat, seni bir vezir ya da şah yapamaz."
Jungkook sinirlendiğini hissederken yumruğunu sıktı. Bu durumdan nefret etmişti. "Size neden yardım edeyim?"
Namjoon iç çekerek kahvesinden bir yudum daha aldı. "Bu konu Yoongi ile hallettiğinizi düşünüyorum. Sana tekrar tekrar Lisa'yı hatırlatıp şantaj yapacak değilim." Elindeki fincanı sertçe masaya bırakmış ve güzel bir gülümsemeyle Jungkook'a bakmıştı.
"Senden istediğimiz bir şey var Jungkook," dedi. Dilini dudaklarında gezdirmişti. "Taehyung'u öldür."
×××
Geç olsun ama güç olmasın demişler kskflslfdl
Bundan sonra planlarda bir aksilik olmadığı sürece her hafta Salı - Perşembe Pied Piper gelecek!
Yorumlarınızı merakla bekleyeceğim, sizi seviyorum~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pied piper ❅ bts•bp ✓
Fiksi PenggemarAteş Krallığının altında yanıyordu tüm fenerler. Gücü, asaleti tüm çıplaklığıyla yarıyordu geceyi. Bizden güçlüsü yok, diye düşünüyordu tahtında oturan genç adam. Her zaman böyle düşünürdü. Toprak Krallığının, Su Krallığının ya da Hava Krallığının b...