Ateş Krallığının altında yanıyordu tüm fenerler. Gücü, asaleti tüm çıplaklığıyla yarıyordu geceyi. Bizden güçlüsü yok, diye düşünüyordu tahtında oturan genç adam. Her zaman böyle düşünürdü. Toprak Krallığının, Su Krallığının ya da Hava Krallığının b...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Namjoon yedi, Jin dokuz, Rose ise dört yaşındaydı. Hava Krallığı'nın güç sıralamasında Ateş Krallığı'nın hemen arkasında olduğu dönemlerdeydiler ve Hava Kralı ile vezirlerinin düşünebildiği tek şey de bu gücü daha da abartıp sistematik ve planlı bir şekilde hareket ederek Dünya'nın en güçlü krallığı haline gelmekti.
Jin veliaht prensti ve büyüdüğünde kral olacaktı. Bu durum onun sarayın gözdesi haline gelmesi için yeterliydi. Annesi onun üzerine titriyor, babası her açıdan iyi bir eğitim alması adına ülkedeki bütün iyi öğretmenleri onun önüne seriyordu.
Bir sabah, kahvaltıdan hemen sonra, Jin ve Namjoon beraber bahçeye çıkmışlardı. Namjoon neşeyle gelip Jin'e oyun oynamak istediğini söylediğinde, Jin tabii ki de küçük kardeşini reddedememişti. Bahçede ordan oraya koşturup duruyor, birbirlerini kovalıyor ve doyasıya eğleniyorlardı. İkisinin de yüzünde gerçek birer gülüş vardı ve asla silinmiyordu. Fakat bu güzel eğlencenin başlangıcından sadece on dakika sonra anneleri Kraliçe Eunmi gelmişti. Namjoon, annesinin ne söyleyeceğini merak ederek koşmayı bıraktı. Eunmi ise onu görmezden gelerek doğrudan Jin'in yanına gitmiş ve onun gözlerinin içine bakmıştı.
"Antrenman vakti Seokjin."
"Ama," dedi Jin nefes nefese. "Namjoon ile oyun oynuyorduk."
"Daha sonra oynarsınız." Eunmi çocuğu hafifçe sırtından iterek ilerletti. Namjoon, büyük bir hayal kırıklığıyla arkalarından bakıyordu ama sonra aklına gelen fikirle koşmaya başladı ve Eunmi ile Jin'e yetişti.
"Ben de antrenmana katılabilir miyim, anne?"
Genç kadın duraksadı ve derin bir nefes aldı. Yüzündeki yapmacık gülümsemeyle konuştu. "Sen antrenman için çok küçüksün, canım." dedi. "Hem Rose odasında sıkılıyor olmalı. Hadi gidip onunla oyna."
Eunmi ve Jin hızlı adımlarla sarayın merdivenlerinden çıkarken Namjoon sinirle yumruklarını sıktı. Jin omzunun üstünden kardeşine üzgün bakışlar atmıştı ve onun da yapabileceği bir şey yok gibi gözüküyordu.
***
Odanın kapısı sertçe açıldı. Oda toz pembe bir perdeye ev sahipliği yapıyordu. Bembeyaz duvarların dibinde kahverengi dolaplar ve mor bir örtüyle kaplanmış yatak vardı. Hepsinin ortasındaysa Rose, halıya oturmuş elindeki oyuncak bebeklerle oynuyordu. Bakıcısı ise koltukta oturuyor ve elindeki kitabı okuyordu. Namjoon'u ilk o fark etmişti. "Hoşgeldiniz, majeste." dedi kocaman gülümseyerek. Koskoca sarayda bir elin parmağını geçmeyecek kadar samimi ve canayakın insan vardı ve bakıcı Hana da bunlardan biriydi. Kadın orta yaşlı ve dul bir hanımefendiydi. Rose'ye ise annesinden bile daha yakındı.
Rose, Namjoon'un ismini duyar duymaz bebekleri kenara fırlatmış ve sevinerek ayağa kalkmıştı.
"Yiyecek bir şeyler ister misiniz?" dedi Hana ayağa kalkarken.