Sherlock - The Game Is On
Güvensizlik berbat bir konuydu. Başka birine güvenemediğin zamanlarda hayatın mahvolurdu. En yakın dostlarına güvenememek diye bir şey vardı mesela.. Ki, bu konu kesinlikle geçmişten aldığın acı dolu darbelere dayanırdı. Sevdiğin kişiye güvenememek daha büyük bir sorundu. O da beni seviyor mu, benim sevdiğim gibi? Beni kandırmıyor, değil mi? Binlerce soru, binlerce sözcük beyninizde dolaşır sizi bir ruhsal hastalık gibi kemirirdi.
Park Jimin'in yaşadığıysa, daha da ötesiydi. Jimin, kendine güvenmiyordu. O tahta oturduğunda ülkesini en iyi şekilde idare edebileceğinden emin değildi. Taehyung'a karşı sağlam durup duramayacağını bilmiyordu. Dahası, Jisoo vardı. Jisoo'yu ondan geri alması gerekiyordu. Bir yolunu bulmalıydı.
"Efendim," dedi Taemin odaya girerek. Jimin'in düşüncelerinden kurtulmasını sağlamıştı. "Tören başlamak üzere."
Jisoo ve Taehyung ile yaşanan kafa karıştırıcı olaylar sebebiyle, taç giyme töreni ertelenmişti. Ama zaman, hızlıca akıp geçiyordu ve işte o gün gelip çatmıştı. Jimin, endişeleriyle beraber o tahta oturacaktı.
"Pekala, geliyorum Taemin."
Taemin, onun saraydaki sağ kolu gibi bir şeydi. Yakın dostuydu, güvenebileceği sayılı kişilerdendi. Aslında, Jimin Taemin'e kendisinden daha çok güvenirdi. Taemin küçük bir baş selamından sonra dışarı çıkmış, ikili kahverengi kapıyı ardından kapatmıştı. Fakat, iki dakika bile geçmeden Taemin tekrar odaya girdi. Şaşkın olduğu yüz ifadesinden belliydi.
"Bir kız sizi görmek istiyor. Çok önemliymiş." dedi Jimin'e bakarak. Jimin de kaşlarını çatmış neler olduğunu anlamaya çalışmıştı. Kim Jimin'i görmeye gelirdi ki? Hem de taç giyme gününde.
"Nereden gelmiş?" dedi Jimin mavi ceketini giyerken. "Hangi şehirden?"
"Şehir değil," diyerek kafasını iki yana salladı Taemin. "Ateş Krallığı'ndan gelmiş, efendim."
Jimin'in şaşkınlığı iyice artarken vakit kaybetmeden kızı içeri almalarını söylemişti. Taemin kahverengi kapıyı bir kez daha araladı ve siyah pelerinli, kapüşönünden yüzü görünmeyen genç bir kız içeri girdi.
"Kimsin sen?" dedi Jimin genç kızı inceleyerek.
"Ben, Ateş Krallığı'ndan.." dedi kapüşönünü arkaya atarken. "Leydi Moon. Prenses Kim Jennie'nin çok yakın arkadaşıyım. Ne yazık ki, size kötü haberlerim var."
***
"Bunun doğru bir fikir olduğundan emin misin Taehyung?" dedi Namjoon.
Taehyung'a ait mükemmel denilebilecek şekilde dizayn edilmiş arabının içerisindeydiler. Araba bir limuzin kadar çok koltuğa ve konforo sahipti. Taehyung gülümseyerek camdan dışarıyı izledi. Su Krallığı'nın manzarasını hep sevmişti.
"Elbette," dedi gözlerini dışarıdan çekerek. Önce Namjoon'a, sonra da hemen yanına oturan Yoongi'ye bakmıştı. "Jimin de bizler gibi kral oluyor işte. Onu desteklememiz gerekmez mi? Üstelik, bana yaptığı ziyarete karşı bir iade-i ziyaret yapmalıyız."
Namjoon omuz silkerek geriye yaslanıp elindeki kahveyi yudumlamaya devam ederken, Yoongi'nin dudakları hafifçe kıvrılmıştı. Bu aralar gerçekten çok eğlenceli olaylar oluyordu.
"Jisoo, bu töreni göremeyecek." dedi Yoongi. Taehyung'un tepkisini merak ediyordu.
Taehyung, Jimin ile Jisoo'yu bir arada düşününce kaşlarını çattı ve çenesinin kasılmasına engel olamadı. Daha sonra Yoongi'nin kendisini izlediğini fark ederek, dudaklarına yapmacık bir gülümseme kondurdu. "Onu oradan kurtarmasaydım, bırakın bu töreni; bir daha gün ışığını bile göremeyecekti."
Araba Su Krallığı'nın geniş patikalı yolunda durdu. Etraf özenle süslenmişti ve soylu davetlilerin geçtiği o alanda kırmızı bir halı serilmişti. Taehyung sırıtarak arabadan indi. Ayağını yere basar basmaz etraftaki herkesin bakışları ona odaklanmıştı. Taehyung'un arkasından Yoongi ve Namjoon'un inmesiyse, insanların şaşkınlığını daha da katladı.
Cidden, neler oluyordu böyle? Bu dörtlünün arasında akıl almaz bir savaş mı vardı, yoksa onlar yakın arkadaş mı olmaya başlamışlardı?
"Senin olayını anladım," dedi Namjoon kafasını yana eğerek. "Sen insanları şaşırtmaya ve ilgi odağı olmaya bayılıyorsun, Taehyung."
Taehyung gülmüş ve omuz silkmişti. "Eğlenceli olduğunu es geçemezsiniz. Fakat, asıl eğlence Jimin ile karşılaştıktan sonra başlayacak."
***
Jimin, Moonbyul ile konuştuktan sonra kesin bir karara varmıştı. Artık Kral olduktan sonra ilk olarak ne yapacağı artık belli olmuştu. Her şeyi göze almalıydı. Sonuçta Jennie ona yardım etmişti. Bu yüzden Jimin de cesur olmalıydı.
Su Krallığı'nın Ateş Krallığı'nınki kadar geniş olmasa da yeterince büyük bir salonu vardı. Salon dikdörtgen bir şekilde uzanıyordu. Ferah, konforlu ve gayet hoş koltukları; görkemli avizelerle uyumlu tablolar vardı. Soylular salona gelmiş, teker teker yerlerini alarak Jimin'in de gelmesini beklemişlerdi.
Salonun kapısı son bir kez daha misafirler için açıldığında içeriye Taehyung, Namjoon ve Yoongi girip salonun baş köşesine yerleşmişlerdi. İnsanlar onları gördüklerinde kendi aralarında fısıldaşmaya başlamış, neler olduğunu anlamaya çalışmışlardı. Taehyung büyük bir asaletle koltuğa yayılmışken, bir tarafında Yoongi ve diğer tarafında Namjoon yer alıyordu. Jimin'i bekliyorlardı. Tıpkı diğerleri gibi.
Salondaki Kraliyet Kapısı olarak adlandırılan gümüş kapı açıldığında, Jimin üzerinde kendisine harika uymuş kıyafetlerle; etrafındakilerin hayran bakışları arasında yürümeye başlamıştı. Gözleri yavaşça Yoongi, Taehyung ve Namjoon'a kaymıştı.
Taehyung, Jimin şaşırmasını dahası, panik olmasını bekliyordu kuşkusuz. Fakat, Jimin yüzünde rekabetçi bir gülümseme kondurup kendinden emin bir şekilde adımlarına devam etti. Ve tabii, bu bir maskeydi yüzüne yerleştirdiği. Yalnızca bu gecelik. Ama, Taehyung bunu bilmiyordu.
Tahtına oturduğunda yanındaki sarayın saygı değer vezirlerinden biri cam kutudaki gösterişli tacını almış ve kafasına yerleştirmişti. Jimin güzel bir gülümsemeyle salonu izlerken, herkes 'Çok yaşa Kral Jimin!" nidalarıyla sevincini coşturuyordu.
Jimin, salonun başköşesine çevirdi bakışlarını. Taehyung'un keskin gözleriyle kesişmişti; Jimin'in sevinç dolu kahverengileri.. Genç kral, hafifçe dudaklarını yalayarak önüne döndü.
Asıl oyun, şimdi başlıyordu.
×××
Game is on..
Bir karara vardım, bu konuda bana fikrinizi belirtmenizi istiyorum. Lütfen burayı okumadan ve yorum yapmadan geçmeyin.
Biliyorsunuz ki, kitabın ismi Pied Piper yani Fareli Köyün Kavalcısı.. bu isim rastgele seçilmiş bir şarkı ismi değil. Özel bir anlam bulunuyor. Bu kitapta bir kavalcı ve onun müziğini takip eden 'sıradan' kişiler var. Siz kimin kim olduğunu, kitabın sonuna dek anlayamayacaksınız aslında.
Ve kitaba baktığımda, sadece bir şeyin eksik olduğunu fark ettim. Kavaldan çıkan o muhteşem ezgi.. O kadar güzel ki, herkesi büyülüyor tıpkı benim biricik okuyucularım gibi. Bu yüzden, bu kitabı okuyanlara 'tatlı, zarif bir ses' anlımına gelen 'mellifluous' ismini vermeye karar verdim.
Sizce nasıl?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pied piper ❅ bts•bp ✓
FanfictionAteş Krallığının altında yanıyordu tüm fenerler. Gücü, asaleti tüm çıplaklığıyla yarıyordu geceyi. Bizden güçlüsü yok, diye düşünüyordu tahtında oturan genç adam. Her zaman böyle düşünürdü. Toprak Krallığının, Su Krallığının ya da Hava Krallığının b...
