Hyolyn - Our Tears
Arkadaşlarınızla kavga edip, küsebilirsiniz. Bu gayet doğal. Hatta bazen hayatınızdaki değer verdiğiniz, en yakınlarımdan dediğiniz insanlar çıkıp gider. Geri de gelmezler. Bu size acı verse de bir süre sonra alışırsınız. Kabullenmek istemeseniz bile, fark edemeseniz bile zamanla onların yerini başka insanlar doldurur. Fakat, aile çok başka bir kavramdır. Asla gitmeyeceğini bilirsiniz mesela. Uzaklaşsanız da, kavga etseniz de, küsseniz de o sizden biridir. Her zaman da öyle kalacaktır.
Jisoo şaşkınlıkla bir Jackson'a bir Taehyung'a bakıyor, doğru duyup duymadığını anlamaya çalışıyordu. Jimin buraya mı gelmişti? Üstelik yanında Jennie'yi götürmüştü... Bu hiç mantıklı değildi ki. Kesinlikle bir saçmalıktı.
"Taehyung," diye tekrar etti Jisoo. "Neler oluyor?"
Taehyung derin bir nefes alıp, Jisoo'nun oturduğu yatağın hemen yanındaki koltuğa yerleşmişti. "Jimin geldi." dedi olabildiğince sakin bir şekilde. Jisoo'yu kızdırmak ya da üzmek istemiyordu. "Jennie'yi götürdü. Nedenini bilmiyorum."
Jisoo şaşkınlıkla açtığı gözlerinin yavaş yavaş dolduğunu hissediyordu. "Jennie'yi mi götürdü?" diye mırıldandı zorlukla. Abisi buraya kadar gelmiş ve kardeşini umursamayarak, yakın bir zamanda tanıştığı kızı mı götürmüştü? Neden Jisoo'yu hiç umursamamıştı ki, yoksa artık onu sevmiyor muydu? "Hiçbir zaman beni sevmedi mi?" dedi Jisoo. Taehyung'un duymadığını düşünüyordu ama Taehyung onu duyuyordu.
Taehyung Jackson'a küçük bir baş işaretiyle çıkmasını söyledi. Jackson çıkar çıkmaz Taehyung Jisoo'nun ellerini kavramıştı. "Jisoo, eminim altında başka bir sebep vardır yoksa-"
"Hayır, yok." dedi Jisoo kafasını iki yana sallayarak. "Beni kandırmaya çalışma Taehyung. Buraya geldiğinde eminim ki aklının ucundan bile geçmedim."
"Seni götürmesini mi istiyordun?" dedi Taehyung şüpheyle. "Burayı sevmedin mi?"
"Tabiki sevdim." diyerek Taehyung'un gözlerinin içine baktı genç kız. "Ama yine de beni biraz olsun düşünmesini beklerdim."
"Jisoo, onu artık önemseme. Artık burada yaşıyorsun ve yanında ben varım-"
Jisoo, Taehyung'u şaşırtacak bir şey yaparak elini genç adamın elinden ayırmış ve ayağa kalkmıştı. "Biraz dolaşmak istiyorum." Sonra da Taehyung'un bir şey söylemesine fırsat bırakmadan dışarı çıkmıştı.
***
Jisoo sarayın içindeki küçük bahçede kenara oturmuş bir yandan ağlıyor bir yandan da sakinleşmek adına derin derin nefesler alıyordu. Bunu hazmedemiyordu. Pekala, Taehyung'a yalan söylememişti. Burayı gerçekten çok seviyordu. Ama buraya ait değildi ki. Onun evi her zaman Su Krallığıydı. Yine de Jimin onu almak için gelse bile, oradaki insanlardan dolayı çok büyük ihtimalle kabul etmez burada kalmaya devam ederdi. Ama en azından, Jimin onu birazcık da olsa düşünemez miydi? Jisoo onu seviyordu ve onu özlüyordu. Anlaşılan Jimin, Jisoo'yu hiç özlemiyordu. Onu tamamen silmişti. Bunun başka bir açıklaması yoktu.
"İyi misiniz?"
Jisoo kendisine bir el tarafından uzatılan mendili görünce irkilmişti. Gözlerini mendilin sahibine çevirdiğinde yakışıklı bir yüzle karşılaşmıştı. Genç adam endişeyle Jisoo'ya bakıyor neden ağladığını çözmeye çalışıyordu.
"Ben," dedi Jisoo mendili alıp ayağa kalkmaya çalışırken. Böyle ağlarken başkasına yakalandığı için utanmış ve mahcup duruma düşmüştü. "İyiyim, teşekkürler."
Ayağa kalktığında gözleri bulanık olduğundan tam olarak ayakta duramamıştı. Tam ileriye doğru düşecekken kendisine mendil veren nazik adam onu kolundan tutarak düşmesini engellemişti. "Dikkatli olun," dedi. "Kötü görünüyorsunuz."
"Hayır, daha iyiyim." diyerek kolunu kurtardı Jisoo. "Yardımınız için teşekkür ederim."
"Rica ederim." dedi genç adam gülümseyerek. "Ben Kim Seokjin. Taehyung'un buradaki en iyi adamlarından biriyim."
"Memnun oldum." diyerek hafifçe eğildi Jisoo. "Ben de-"
"Kim Jisoo. Su Krallığı'nın prensesi." diyerek hafifçe güldü Jin. "Evet, biliyorum."
Jin'in gülüşü Jisoo'nun da gülümsemesine neden olmuştu. Birkaç dakika önce tanışmış olmalarına rağmen samimi biri olduğunu düşünmüştü.
Taehyung; Jisoo'nun yanına gitmek üzereyken Jin'in genç kızın yanına geldiğini görmüş ve duraksamıştı. Merakla olanları izlediğinde sinirle kaşlarını çattı ve dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi. Bu Kim Seokjin denen adam kim oluyordu da Jisoo'ya böyle yakın davranıyordu? Jisoo'ya yakın olan tek kişi Taehyung olmalıydı. Onun güvenini de sevgisini de sadece Taehyung kazanmalıydı. Derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. Jin'i bu konuda kesinlikle uyaracaktı.
"Taehyung,"
Taehyung zorlukla da olsa bakışlarını Jisoo ve Jin'den ayırarak yanına gelen Jungkook'a yöneltti.
"Ne oldu Jungkook?"
Jungkook sinirle soludu. "Jimin'in Jennie'yi götürmesine nasıl izin verirsin?"
"Jennie'yi almaya geldiğini bilmiyordum." diyerek omuz silkti Taehyung. "Jisoo'yu almaya geldiğini zannettim. Bu yüzden korumaları onun kapısının önüne yerleştirdim. Ama o, bodrum kattaki mahzenlere indi."
"Yani Jennie'nin yanına.. Peki, neden?" dedi Jungkook sertçe.
"Bilmiyorum." diyerek elini saçlarının arasından geçirdi. Bu konuda gerçekten hiçbir fikri yoktu. "Bodrum kata indiğinde, Jennie'yi alıp yanıma gelerek Jisoo ile takas yapmak isteyeceğini düşündüm."
"Ama yapmadı?" dedi Jungkook kaşlarını kaldırarak.
"Evet, yapmadı. Takas yapmak isteseydi onu Su Krallığı'na götürmesi oldukça mantıksız olurdu. Ne planlıyor bilmiyorum ama Jennie'ye zarar vermeyi düşünmediği kesin."
"Ne planladığını öğreneceğim." dedi Jungkook, Taehyung'a bir kez daha bakarak. "Sen yapamıyorsan ben yaparım."
Kardeşinin mücadeleci, daha doğrusu tehdit edici, davranışına karşılık Taehyung gülmüştü. "Hadi bakalım, Jeon Jungkook. Görelim seni."
×××××
Umarım bölümü beğenmişsinizdir❤❤ Yorumları es geçmeyin Mellifluouslarr~~ ve eğer merak ettiğiniz bir şey varsa *spoi hariç* sorabilirsiniz, cevaplayacağım❤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pied piper ❅ bts•bp ✓
FanfictionAteş Krallığının altında yanıyordu tüm fenerler. Gücü, asaleti tüm çıplaklığıyla yarıyordu geceyi. Bizden güçlüsü yok, diye düşünüyordu tahtında oturan genç adam. Her zaman böyle düşünürdü. Toprak Krallığının, Su Krallığının ya da Hava Krallığının b...
