Demir Ailesi güne Mira' nın çığlıkları ile başlamak zorunda kalmıştı. Uyandığında, annesini yanında göremeyen küçük kız bağıra çağıra ağlayıp, herkesin başına toplanmasına neden olmuştu.Ahsen, Mira 'yı kucağına alıp sakinleştirmeye çalışırken, bir yandan da söyleniyordu. Burcu artık iyice başı boş bir hale gelmişti. Sabahın köründe kimseye haber vermeden bir anda ortalıktan kaybolmak gerçekten neyin nesiydi? Üstelik hanımefendi telefonunu da yanına almamıştı.
Herkes salona toplandığında, spor odasında sabah sporunu yapmış olan Aras 'ta onların yanına geldi.
"Bu kadar söylenmen gerçekten çok gereksiz anne. Ablam 25 yaşında. Kim bilir sabahın köründe, formumu koruyacağım diye nerelerde koşuyordur şimdi." dediğinde, Ahsen ona sert bir bakış attı.
"Daha kısa zaman önce bu ev kurşunlarla tarandı. Tabi senin hiçbir şey umrunda olmadığı gibi bu da umrunda olmamıştı, değil mi oğlum?" dediğinde, Hakan karısını göz işaretiyle uyardı. Bu gereksiz tepki Mira 'yı korkutuyordu.
"Gereksiz tartışmaları bırakın, çocuk korkuyor. Sofra hazırmış. Herkes sofraya şimdi, Burcu gelince ben onunla konuşurum." dediğinde Hakan, ağır ağır herkes masaya doğru ilerlemişti.
Lakin, Hakan Demir' in içinde de bir huzursuzluk vardı. Aslında gün öylesine kasvet kokan bir gündü ki yalnızca onun değil orada bulunan herkesin içinde anlamsızca kötü bir his vardı. Özellikle de Mert Karan 'ın.
Fakat Mert' in içine bu huzursuzluk tohumunu eken tek sebep, Burcu 'nun şu an evde olmaması değildi yalnızca. Bu gün Hande' nin ölüm yıl dönümüydü.
Herkes sofraya geçtikten sonra Ahsen olduğu yere dikilmiş kalmış Mert 'e çevirdi bakışlarını. "Oğlum, hadi gel lütfen ." dediğinde Mert Karan ağır ağır masaya yaklaştı ve yerine oturdu. "Günümüz gençleri gerçekten bir tuhaf." dedi Ahsen imayla.
"Ben yirmi beş yaşındayken iki çocuk annesiydim. Burcu üç yaşındaydı, Aras yeni doğmuştu. Üstüne fakülteye de devam ediyordum. Ben gerçekten bu gençleri anlayamıyorum." dediğinde, Hakan olumlu anlamda başını salladı. Yirmi beşli yaşlarını Hakan Demir hatırlamak dahi istemiyordu.
Mert, tabağında bulunanlarla biraz oyalandıktan sonra çatal ve bıçağını bıraktı. Canı kahvaltı etmek falan istemiyordu, masaya yalnızca Ahsen ve Hakan 'ın ısrarları nedeniyle oturmuştu. Cam kupayı isteksizce eline aldı ve bir yudum çay içti.
Kimse endişe etmesin diye bir şey demiyordu. Fakat onunda içinde bir sıkıntı vardı. Bangladeş 'te o deprem sabahında içine doğan sıkıntının aynısıydı üstelik. İçinde bulunduğu ruh hali o günün tıpa tıp aynısıydı.
Sanki birazdan yine bir deprem olacak ve bu gün bir kez daha, tüm hayatı sanki yeterince berbat değilmiş gibi, yine baş aşağı olacaktı. Belki yine sevdiği birilerini kaybedecekti.
Mert, telefonunun titremesiyle birlikte başını iki yana salladı.
Boşuna endişe duyuyordu diğerleri gibi o da . Burcu kocaman kadındı. Kim bilir belki de birkaç dakika sonra elinde, Mira 'nın sevdiği o peynirli poğaçalarla birlikte odaya dalacaktı. Belki kahvaltıya onu beklemeden başladıkları için kızacaktı. Mira kimseyi dinlemeyip süt yerine hazır meyve suyu içtiği için onu azarlayacaktı.
Sabahın bu saatinde başka ne olabilirdi ki?
Mert, elinde tuttuğu cam kupayı bırakmadan diğer eliyle telefonun ekran kilidini açtı ve gelen mesajın üzerine tıkladı.
Bilinmeyen numaradan bir fotoğraf atılmıştı. Fotoğraf yavaş yavaş inmeye başladı ve en sonunda tamamen açıldı.
Mert Karan 'ın beyninde bir şimşek çaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk Affeder mi?
Romance~ Aşk, masumiyetini kirleten kan lekesini affetmedi. ~ Her yer kapkaranlık olduğunda hesaplamayı beceremediğim bir süre boyunca karanlıkta tutsak kaldım. Zifiri bir karanlığın hapsinde belki günlerce ve hatta belki de haftalarca kaldım. Sağ mıydım...