50. Bölüm

30.5K 1.7K 334
                                    


Uykusuz ve sıkıntıyla geçirdiğim bir gecenin daha ardından buraya gelmeye hakkım olmadığını bildiğim halde her zamanki saatimde yine şirketteydim. Geçen hafta bugün buraya tüm özgüvenimle, yeri göğü titreterek girmiştim ama bugün kimseye görünmemek için adeta siniyordum olduğum yere. Ne olduğunu az çok çakan ama tam da emin olamayan iş arkadaşlarım eğer kapalı kapıların ardında neler döndüğünü bilseydi bana olan nefretleri ikiye katlanırdı muhtemelen. Köşe başlarında, çıktıkları her arada gıybetlerinin ana konuğu olurdum. Önce patronlarını ayartmış, sonra da onu terk etmiştim onların gözünden bakınca. Kim ne düşünürse düşünsün umurumda değildi. Umurumda olan tek şey Arslan'ın nasıl olduğuydu. Gidip ona bakacak yüzüm olmadığı için şansımı Selim Bey'de denemeye karar vermiştim. Her an bir yerden Arslan çıkacak korkusuyla Selim Bey'in odasının önüne geldiğimde sekreterinden müsait olup olmadığını öğrendim. İçeride kimsenin olmadığına emin olduktan sonra kapıyı çalıp girdim.

"Gelebilir miyim?"

"Tabii, gel." Son yaşananlardan sonra artık bana 'hanım' diye hitap etmiyordu. Bundan rahatsız değildim. Kapıyı kapatıp karşısına geçtim. "Bir sorun yok ya?" Sandalyesinde geri yaslandı. Biliyordu. Bakışlarından belliydi her şeyi bildiği.

"Arslan Bey'i soracaktım. O nasıl?"

"Nasıl bıraktın?" Suçlu bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Nasıl bıraktıysam öyle olmasını istemiyordum. Bir gecede her şeyi unutmasını da beklemiyordum ama en azından dünkü gibi olmamasını dilerdim. Keşke onun için yapabileceğim bir şey olsaydı. Onun gözlerindeki o ışığı söndürmemenin bir yolu olsaydı. "İklim," derken sandalyesinden kalkıp yanıma geldi. "Kahvaltı yapalım mı?"

Şaşkın bakışlarımı yüzüne kaldırdım. "Kahvaltı mı?" Sırası mıydı şimdi?

"Burada konuşmak istemiyorum ve açım." Elini midesinin üzerinde gezdirdi. Açken dünya yıkılsa önce karnını doyurması gereken biri olduğunu çok belli ediyordu.

"Bilemiyorum ki..."

"Hadi, hadi bilmeyecek bir şey yok." Anahtarlarını eline alırken kolumdan tutup beni kapıya yönlendirdi. "Hem temiz havada daha sağlıklı konuşabiliriz."

"Ofisten çantamı alıp geleyim."

"Asansörün orada bekliyorum."

Oyalanmadan çantamı alırken, "Ben öğleden sonra geleceğim," dedim Yeşim'e. Doktor randevum vardı çünkü bir de. "Bir şey olursa ararsın."

"Tam zamanında," dedi Selim Bey, asansör de benimle eş zamanlı gelmişti. "Önden buyur." Asansörde bizden başkaları da olduğu için sessizliğimizi koruyarak indik aşağıya. Bu sessizlik arabada da devam etti. Boğazda bir kafeye oturduğumuzda ilk konuşan o oldu.

"Ne yemek istersin? Ben köy kahvaltısı söyleyeceğim."

"Bir çay alsam yeter." Aç ya da tok olmam yaptıracağım kan testini etkilemiyordu ama sabah midemi bastırması için tuzlu çubuk yemiştim ve şu anda da canım bir şey istemiyordu.

"Küfür mü ettin şu an? Bak, baştan söyleyeyim öyle pişimi, yumurtamı falan paylaşmam ama peynirden otlanabilirsin." Ciddi ciddi benimle pazarlık yapmasına güldüm. "Ben ciddiyim."

"Farkındayım." İkimiz de deli gibi gülerken bir yandan da sinir boşalması yaşıyordum sanki. Garson geldiğinde Selim Bey büyük siparişini verip bana da çay istedi. "Unutmadan," dedim gülmeyi kestiğimde. "Öğle arasından sonra doktor randevum var ve sanırım sizden almam daha doğru bu durumda."

"Hayırdır, bir rahatsızlığın mı var?"

"Özel bir durum diyelim."

"Ha," derken ensesine gitti eli. Bunu sık sık yaptığını fark etmiştim. "Geçmiş olsun mu diyeyim, ne diyeyim bilemedim şimdi."

USLANMAZ | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin