37. Bölüm

31.7K 1.7K 759
                                    




Bazen derin bir okyanusu andırıp boğulduğumu hissettiren gözleri bazen sonsuz gökyüzünü andırıp ruhuma kanat takmış gibi uçtuğumu hissettirirdi. Bir kadın, sevdiği adamın gözlerinin içine bakarak ruh haline yön verebilirdi. Buna birçok kez şahit olmuştum. Onun gözleri, ne hissetmem gerektiğini söyleyen esrarengiz bir rehberdi benim için. Acı da verse, mutlu da etse bir şekilde gözlerinden kalbime sızmayı başarıyordu. Şimdi olduğu gibi. Ne kadarını gördüğünü bilmediğim manzara karşısında hüzünle karışan öfkesi kalbime en acımasız haliyle saplanırken boğazıma bir yumru oturdu. Sanki biri kalbimi ellerinin arasına almış da deli kuvvetiyle sıkıyordu. Ona duyduğum öfke de, bana yaptığı onca şey de aklımdan uçmuş gitmiş sadece ve sadece karşılaşmak zorunda kaldığı bu tablodan dolayı ne kadar acı çektiğini düşünüyordum. O acıyı gözlerinde görüyordum çünkü. Hiçbir zaman bu kadar büyük bir hayal kırıklığıyla bana baktığına şahit olmadığım gözlerinde. O ne kadar hayal kırıklığıyla doluysa, ben de o kadar suçluluk duyuyordum şimdi. Boğazımdaki yumruyu defetmek için yutkundum. Ağzımı açıp söyleyebilecek bir kelimem yoktu. Söyleyeceğim bir şey olsa da bunu dile getirebilecek yüzüm yoktu.

Sadece "Tuna..." diye mırıldandım sessizce. Bağırsın çağırsın ama böyle bakmasın istiyordum çünkü. Bu, hepsinden daha fazla acı vericiydi. Ama devam edemedim. Göründüğü gibi olmadığını mı söyleyecektim? Onu aptal yerine koymaktan öteye geçmezdi bu.

Asır gibi gelen saniyelerin sonunda, "Bu mu?" diye sordu, Arslan'ı işaret ederek. Sessiz kaldım. "Benden sır gibi sakladığın herif bu mu?" Her cümlesinde ses tonu biraz daha yükseliyor, öfkesi açığa çıkıyordu. "Bu tabii." Sinirle güldü. Bu seferki her zamankinden farklıydı. Ben yine bir şey diyemedim. Onun yerine başımı önüme eğdim.

"İklim." Bu ses ona ait değildi. Tam yanı başımdan, Arslan'dan geliyordu. "Kaldır kafanı," dedi sonra. Bu söylediğine eş olarak Tuna yine güldü. "Başını önüne eğecek bir şey yapmadın." Arslan'ın da dişlerini sıktığı ses tonundan belliydi. Benden tarafa dönmeyip hala Tuna'ya baktığını da görebiliyordum. Bu açıkça bir meydan okumaydı.

"Sen sus lan!" Tuna'nın sesinin ardından duyduğum şey bize yaklaşan adım sesleri ve Arslan'ın suratına attığı yumruktu. Tüm bunlar o kadar hızlı olmuştu ki neye uğradığımı şaşırmış bir vaziyette yana kayarken ellerimle ağzımı kapatıp çığlığımı bastırdım.

"Arslan!" Arslan arkaya doğru yalpaladığında elinin tersiyle burnunu sildi.

"Arslan ha?" diye soludu Tuna, hala ona bakarken. "Kırk yıllık Arslan Bey, ne zamandan beri Arslan oldu?"

Arslan kendini toparlayıp doğrulduğunda burnundan sızan kana rağmen gülüyordu. Tuna'ya o kadar büyük bir nefretle bakıyordu ki birazdan ikisinden birinin buradan canlı çıkamayacağını bile düşündüm.

"Sana ne ondan?" diye karşılık verdi o da. "Seni ardında bırakması bu kadar mı koyuyor?" diye sorduktan sonra o da Tuna'ya vurdu.

"Kesin şunu!" diye bağırdım, her ne kadar korksam da aralarına girerek. "İkiniz de!" derken ikisinin de suratlarına baktım ama hiçbiri bana bakmıyordu.

"Sen karışma," diyen Tuna'ydı.

"Sen çekil İklim," diyen de Arslan. Beni kolumdan narince tutup kenara çekmeye çalışırken Tuna'nın bakışları koluma kilitlendi. Geriye doğru adım attığımdaysa yeniden Arslan'ın üzerine atladı.

"Dokunma lan karıma!" dedikten sonra tekrar vurdu.

"Eski," diye üzerine bastırdı Arslan. "Eski karın." Aynı hızla Tuna'ya karşılık verdi. Bundan sonra nasıl mani olacağımı, olayı nasıl toparlayacağımı bilemiyordum. İkisi de birbirine öldüresiye vuruyordu ve bunun tek sorumlusu bendim. Buna sebep olduğum için kendimi asla affetmeyecektim. Durduğum yerden bağırsam da beni duyan yoktu ve aralarına giremeyecek kadar korkuyordum.

"Boşanır boşanmaz akbaba gibi bir kadının peşine düşmek erkekliğe sığar mı lan?"

Arslan Tuna'nın yakasına yapıştığında, "Sevdiği kadını yarı yolda bırakmak sığar mı erkekliğe?" diye sordu bu sefer.

Tuna da onun yakasına yapışmış, bir süre sessiz kalmıştı ama sonra "Ona yaklaşmayacaksın," dedi. "Uzak duracaksın ondan."

Hırlaşmaları haricinde herhangi bir ses ya da hareket olmayınca bulduğum fırsatı değerlendirmek adına yanlarına gidip, "Eğer kavgaya devam ederseniz," diye başladım. Bunu söylemeye hakkım yoktu belki ama "İkinizi de asla affetmem," diye de devam ettim. Birbirlerini ne salıyorlar, ne de kafalarını çeviriyorlardı.

Tuttuğu yakayı ilk bırakan Arslan oldu. "Onun için," demeyi de ihmal etmedi. "Sevdiğim kadın üzülmesin diye."

Tuna, "Sevemezsin ulan, sevemezsin!" diyerek bir yumruk daha attı.

Arslan sendelese de çok etkilenmiş görünmüyordu ve bakışları beni bulduğunda ona karşılık vermeyeceğini anladım. Onun yerine, "Seveceğim," dedi. "Hem de çok güzel seveceğim. Senin yaşattığın her kötü anının yerine ben en güzellerini koyacağım."

"Yapsana lan sıkıyorsa. Hadi bir dene." Tuna bu sefer yumruklarına başvurmak yerine derinden tısladı. "Onun kalbinden beni sökemezsin." Kendinden çok emin konuşuyordu. Haklı mıydı? Şimdilik öyle görünüyordu ama bu saçma konuşmaya daha fazla devam etmelerine izin veremezdim.

Hazır ikisi de durulmuşken aralarına girdim. "Yeter." Önce Tuna'ya, sonra da Arslan'a baktım. "Kimi sevip sevmeyeceğime ikiniz de karar veremezsiniz. Ben burada yokmuşum gibi konuşmayı kesin o yüzden." Tuna arkamda kalacak şekilde bedenimi Arslan'a çevirdim ve daha yumuşak bir sesle, "Arslan, gider misin lütfen?" diye sordum. Sorudan çok bir ricaydı. Bu isteğim onu kırmışa benziyordu fakat bir şey demedi. "Şu anda doğru olan bu," diye ekledim.

"Pekala," dedi. "Şimdi gidiyorum ama seni arayacağım."

"Bak hala aramaktan bahsediyor." Tuna'nın arkamda dişlerini sıktığını hissedebiliyordum.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadım Arslan'a. Burnundaki kan hala beni endişelendiriyordu. Tuna delirmesin diye sessiz kalarak elimle kendi burnumu işaret ettim. Arslan da ne demek istediğimi anlayarak gözlerini kapatıp açtı.

"Hoşça kal." Sonra da bizi yalnız bırakarak, yanımızdan rüzgar gibi geçip gitti. O arabasına atlayıp ortadan kaybolana kadar ikimizden de çıt çıkmadı.

"Nasıl yaptın?" Az önceki hayal kırıklığı şimdi sesine yansımıştı. "Hala beni sevdiğini söylerken nasıl başka bir adamı..." dudaklarını birbirine bastırdı. "Patronun lan o senin. Yıllardır o adamla çalışıyorsun." Gözlerimi kaçırdım. "Yoksa..." Hayır, hayır bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Böyle zannetmesine izin veremezdim.

"Hayır!" diye bağırdım panikle. "O cümleyi tamamlama. Sakın."

"O zaman ne?"

"Seni aldatabileceğime ihtimal veriyor musun gerçekten?" Kendimi işaret ettim iki elimle. "Benim?"

"Nasıl bu kadar çabuk öyleyse? Lan, kafayı yiyeceğim kafayı." Eliyle yüzünü sıvazladı.

"Melisa sana böyle bir imada bulunduğunda beni ona karşı savunduğunu hatırla. O zamanki güveninin zerresi yok mu şu an?" Derin bir nefes aldı. "Seninleyken kimseye yan gözle bile bakmadım. Buna inandığında konuşalım." Yanından geçip gidecekken kolumdan tutup durdurdu.

"Öfkeden ne dediğimi bilmiyorum."

"Haklısın," dedim kolumu ondan kurtarırken. "Ne dediğini bilmiyorsun."

"Onu seviyor musun?"

"Ne?"

"Basit bir soru sordum. O lavuğu seviyor musun, sevmiyor musun?"

"Cevabım neyi değiştirecek? Biz ayrıyız, ayrıldık. Seni veya onu sevmem senin hayatında neyi değiştirecek?"

"Sadece bileceğim," dedi. "Ayrılsak da hala beni sevip sevmediğini bileceğim."

Sadece bilecekmiş. Tek derdi o aptal egosuydu. Bir kadını bıraksa bile o kadın hala kendisine ait kalsın istiyordu. Eski karısı kendisini sevmeye devam ederken o, karısının kankasıyla yemeklere çıksın, denizlere gitsin ve böylece özgürlüğünün tadını çıkarırken egosu da tatmin olsun istiyordu.

"Seveceğim," dedim, ne dediğimin farkında olarak ve hiç çekinmeden, gözlerinin içine bakarak. "Hem de çok güzel seveceğim." Ve bir de, kararımı vermemde bana yardımcı olduğun için teşekkür ederim.

USLANMAZ | Yarı TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin