Keyifli okumalar dilerim :)
Peşindeki kalabalığıyla, oturduğumuz kafeye girdi. Gözleri etrafı bile aramadan, sanki benim burada hangi masada oturduğumu dahi biliyormuşçasına, direkt bana adımladı. Takım elbisesinin üstüne giydiği kalın paltosuyla, her zamanki gibi, şıktı. Yüzünde sert ve ciddi bir ifade vardı. Yanıma gelip durdu. Bir süreliğine Burak’ı inceledi. Birbirlerine attıkları bakışların ardında, Burak’ın gerildiğini hissettim. Karan Bey bana dönüp tepeden bir bakış attı.
“Erken gelmene sevindim, Feride.” Sesi imalı ve soğuktu.
“Evet, Karan Bey, erken geldim.” Bana erken gel demesi aklımdan çıkmıştı ve ona haber vermeyi unutup Burak’la oturmam benim hatam olabilirdi. Fakat davranışından ötürü geri adım atmayacaktım.
“Görebiliyorum. Erken gelip, hem de bana haber vermeden, burada oturmanın sebebi ne?” Bu ses tonunu daha önce duymuştum. Simge’ye kullanmıştı. Uyarı dolu bir tondu.
Ne diyeceğimi bilememiştim. Haber vermeyi unuttuğumu söylemem, utanç verici olurdu. Burak bize bakarken de bu konuyu konuşmak istemiyordum.
“Karan Bey, konferansa kadar yapacak bir işim olmadığı için burada oturmakta bir sakınca görmedim.” Sinirleneceğini bilsem de, şu an için mantıklı bir cevap gibi gelmişti.
“Ben tersini düşündüm oysaki.” Kaşlarım çatıldı.
“Anlamadım?” Soru sorarcasına cevap verdim.
“Bir misafirimiz bir sıkıntı yaşamış fakat sen burada arkadaşınla oturup kahve içmeyi tercih ettiğinden, haberin yok tabii.”
“Ne? Ne sıkıntısı yaşamış?” Panik olmuştum.
“Ben hallettim bile, Feride.” Yüzüm kızarmıştı. Nasıl dikkat etmemiştim böyle bir şeye? Karan Bey’in bana güvenini de yıkmış gibi hissediyordum.
“Ben ö-” Ani bir çıkışla lafımı böldü.
“Okula dönelim mi, Feride?” Özür dilememe izin vermemişti. Burak’a baktı. İçimden bir ses, nedense Burak’ın önünde ondan özür dilememi istemediğini söyledi. Bu düşünceyi dayandırabildiğim bir nokta yoktu, sadece bir hissiyattı.
Çekingen bir ifadeyle, “Dönelim, Karan Bey,” dedim. Ayağa kalkıp Burak’a döndüm. “Sen de sonra geleceksin değil mi?”
Karan Bey’i tepeden tırnağa süzdü. Bu yayılan elektriğe anlam veremiyordum.
“Tabii ki geleceğim, Feride. Senin için.” Belki de Burak’la yakın zamanda, aramızda öyle bir şey olamayacağına dair konuşmalıydım. Benim için sorun yoktu. Çünkü ne isteyip istemediğimi biliyordum. Ama onun umutlanmasını istemezdim.
“Kahve için teşekkürler, Burak. Sonra görüşürüz.” Vedalaşıp Karan Bey’e döndüm. Eliyle işaret vermesiyle, önünden yürümeye başladım ve kafeden çıkıp arabaya bindik.
Bahçeye gelmiş, sigara içiyorduk. Konuşmaya bir yerden başlamalıydım.
“Karan Bey, kusura bakmayın. Planda bir aksilik olmayınca, etkinliğe kadar kahve içmekte bir sorun görmedim. Nereden bilebilirdim ki beklenmedik bir pürüzün çıkacağını?” Samimiyetime inanmasını istiyordum. Her şey böyle güzel giderken, bunun bozulması beni üzerdi.
Beni birkaç saniye süzdü. “Ben sorunu hallettim. Sadece, bir daha bir şey konuştuğumuzda bana haber ver, Feride. Öyle konuşup sabah senden haber alamayınca tedirgin oldum. Ya kafede olduğunu bilmeseydim?” Neden tedirgin olmuştu?
“Karan Bey, tedirgin olmanızı anlayamadım. Ayrıca, biz sizinle zaten telefondan iletişim halindeydik. Beni çağırmak veya bir şey söylemek istediğinizde, bulma zahmetine girmenize gerek kalmadan aramanız veya yazmanız yeterli olurdu.” Aniden, söylediğini algıladım. “Siz benim o kafede olduğumu nereden biliyordunuz?” Öyle ya, ben söylememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kader Oyunu
RomanceEndüstri mühendisliği 2.sınıf öğrencisi olan Feride Aytuğ, kendi halinde ve sevdikleriyle çevrili olan küçük dünyasında, okulu ve yaptığı ufak tefek işler arasında gidip gelerek yaşamaktadır. Bir gün yolu, öğrencisi olduğu üniversitenin büyük bağışç...