Kalemime olan inancımın tükendiği zamanlardayım ve bu bölümü sadece kendimi motive etmek için yazdım. Bu sıkıcı bölümü dilerseniz okumayabilirsiniz. Tamamen sizin inisiyatifinize bırakıyorum.☆
Bir keresinde Doğu bana şöyle demişti: "Biz seninle gözyaşından doğduk." Kolyem yine boynumdaydı, yüzüklerim yeniden parmaklarımdaydı ve yeniden bir kimliğim vardı. Doğu avukat olduğu için her şeyi bir çırpıda hallettirmişti. Nikahımızın geçerliliği devam ediyordu ve kimliğime soyadımı Yücesoy olarak yazdırmıştı. Birazcık, belki ufacık bir tavır takınsam da sonrasında kabullendim. Bir aile olmanın en güzel yanı aynı soyadını taşımaktı. Biz artık Yücesoy ailesiydik. Bizim küçük mucizemiz de gözyaşından doğmuştu. Feda'nın bana yaptığı iğne onu biraz etkilese de biliyordum; bırakmayacaktı, bizi.
Feda her konuşmamızda durmadan özür diliyordu. Bende ona onu affettiğimi söyleyip duruyordum. O Feda'ydı. Karıncayı bile incitemeyen güzel yürekli adamdı. Zihni bulanmıştı. Yanlış kararlar almıştı. Belki sonuçlarının korkunç olabileceği şeyler yapmıştı. Ama günün sonunda yine bizim Feda'mız olmuştu. Her insan bir şansı hak ederdi ve ben bu şansı ona sonuna kadar tanıyacaktım.
Doğu doktor randevumuzun ardından iyice üzerime düşmeye başlamıştı. Neredeyse evin için bile kucakta taşınıyordum. Mert homurdanıyor, Ada kıskanıyordu. Bir haftamız böylesine neşeli geçmişti ve karnım minicikte olsa belirginleşmeye başlamıştı. Ada bugün anaokuluna başlamıştı. Doğu şirketin hisselerinin satışını yapmıştı ve yeni bir ofis arayışı içindeydi. Hep hayalini kurduğu o avukatlık bürosunu açmanın vakti artık gelmişti. Mert hala işsizdi ve Ada'nın okula başlamasıyla bulaşıkçılık bile olsa yapacağını iddia ediyordu. Ben ise işten hemen kovulacağına adım kadar emindim.
Bütün günü yalnız başıma miniğimle geçirmiştim. Ada okulda, Mert iş arayışındaydı ve Doğu'da içine sinen bir ofisi canlı olarak görmeye gitmişti. Benim yorulmamam gerektiğini söyleyip onunla gitmeme mani olmuştu. Çalan zil sesiyle birlikte şöminenin rafına tutunarak ayaklandım ve kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açmamla Can'ın haykırışı bir oldu.
"Ponçik Allah'ın seviyorsan sakla beni."
Kapıyı kapatıp beni kolumdan çekiştirerek salona sürükledi.
"Ne oluyor?" dedim, telaşla.
"Ya kafamı siksene! Pardon sen değil, Doğu siksin. O bu işin Piri."
"Can" dedim, uyarır bir tonda. "Anlatacak mısın artık?"
"Biz Lina'yla *sevgilimle birbirimizin Dm'lerini okuyoruz* videosu çekiyorduk."
Ellerini alnına sertçe vurup devam etti.
"Ben takipçilerime ara sıra yanıt veriyorum. Sende biliyorsun. Bir tanesine kırmızı kalp bıraktığımı görünce bilgisayarı kafama geçirdi. Bak."
Kafasını eğip başının üzerini gösterdi. Ama görünür de bir şey yoktu.
"Neymiş neden kırmızı kalpmiş. Kırmızı kalbi sadece ona atabilirmişim. Git siyah at. Neden benim kalbimi atıyorsun diye çemkirmeye başladı. Bende tabana kuvvet Allah ne verdiyse buraya geldim. Gözünü seveyim sakinleştir şunu. Yalvarırım."
Ellerime tutunup kedi yavrusu bakışları attığında ona kıyamayacağımı adı gibi biliyordu.
"Tamam o iş bende ponçiğinin gülü. Korurum ben seni." deyip boynuna sarıldım ve az önce kafasında gösterdiği yeri okşadım.
"Çok acıdı mı?" diye sordum.
"Biraz" diye nazlandı.
Gülümseyip biraz daha okşarken kapının çarpılma sesi duyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğu'nun Gökyüzünde
RomanceTAMAMLANDI. +18 sahneler içerir. Uyarıldınız. Üzerime doğru koşarken kaç ömrü arkasında bırakmıştır? Sorgulamaktan korktum. Peki ben aşkımızdan kaç baharı alıp gidiyordum? Bunu da sorgulamaktan korktum. Aramızda dört metre ya kaldı ya kalmadı. Hesap...