Bedeni öylesine yorgundu ki ruhunda derin bir acı hissediyor, içten içe verdiği savaşın farkına yeni yeni varıyordu. Yaralarını görüyor, hissediyordu. Onunla birlikte yara alanları da... Ama bir söz vermişti. Savaşacaktı.Oturduğu seccade de içini döküyordu Rabbine.
" Allah'ım. Bilmiyorum ben nasıl yol alırım. Nasıl yürürüm. Sen bana yolu göster. Ben göremiyorum. İçimdeki korkuyu gider. Hâlim'i koru. Sinan'ı koru. Annemi koru. Onları benden gelecek zararlardan koru."
Öylece durdu son dediği cümleyle. Elleri havada kaldı, düşündü ağzından çıkanı, idrak edince gözleri doldu.
" Bana direnecek güç ver Allah'ım. Bana güç ver."Gelen seslerle gözlerini silip, seccadesini topladı. Yerine koydu ve odadan çıktı. Bugün bütün aile ona misafir olacaktı.
Merdivenlerin ucunda Sinan ve Hâlim yine atışırken, Sadık aralarına girip ayırmaya çalışıyordu. Çalan kapıyla herkes susunca Sinan,
" Ben açarım. Selman dedeme bana yaptıklarını anlatacağım!"
Demiş sonra da kapıyı açtığı gibi karşısında ona gülerek bakan Selman ağaya daha selam vermeden,
" Dede bu Hâlim abim ne yapıyor biliyor musun?"
" Oy paşam ne? Ne yapmış söyle de hakkından geleyim."
" Kendisi hep halamla yatıyor ama benle yatsın deyince odan var, sen büyüdün. Kendisi sanki bebek!"
Deyip şikayetini dile getirirken Hâlim ve Halime kızarırken; Selman ağa gülüp eğildi ve Sinan'ı kucağına aldı.
" Demek öyle. Ama sende büyümüşsün be. Ağırlaştın, boyun attı sanki?"
Demiş koluyla Sinan'ı tartar gibi yapmıştı. Sinan dediğinden hoşnut olmayınca,
" Ama dede! Hâlim abi de büyük! Bana ne!"
" Tamam tamam. Ama bunu kendi aranızda halledin. Halan da hakem olsun."
" Yaşasın! Ben kazandım o zaman."
Deyince Fevziye hanım gülüp,
" Paşaların paşası, sen kazandın tabii."
Deyince Sinan'ı bıraktı Selman ağa. Fevziye hanım, Selman ağa ve Selim gelmiş fakat Hafsa gelmemişti. Halime neden gelmediğini biliyordu fakat Sadık için bunu sesli dile getirmek gerektiğine karar verip,
" Anne, Hafsa yok mu?"
" Yarın son imtihanı var ya ona çalışıyor ama çaya gelecek."
" Tamam,"
Dedi Halime ve onları içeri alırken Sadık'a baktı. Bu sırada göz göze gelince tebessüm edip, içeri geçti Sadık. Gönül yangını onu küle çevirirken sevdiğinden bir haber almak ona bir yerde umut bir yerde hüzün veriyordu. Bazı şeyler artık imkansızdı onun için... Kararını da vermişti.
Hâlim, onları oturma odasına aldı. Herkes yerine geçip otururken Selman ağa,
" Kim derdi bir gün bu evde Mirza değil Hâlim karşılayacak... Zaman öyle şeylerle karşılıyor ki bizi."
" Gerçekten öyle baba. Düşününce aklımıza bile gelmezdi. Hayır küçükten Hâlim'in Halime'ye yanık olduğunu biliyorduk ama..."
Deyip güldü Selim. Hâlim tebessüm ederken birden Selman ağa,
" Sadık bak bunlar öyle bir didişirdi ki ayıramazdık. Halime yakasından yakaladımı asla bırakmazdı, asla. Üstündeki kazağı yırtmıştı bir kere. Neydi istediği...? Ha! Neymiş bu gitmiş başka kıza şeker mi ne almış. Abooo Halime sen bunu duy. Hâlim okuldan gelince kapıda yakala. Yakasından tut. Kulağına doğru bir geçir."
Deyip gülmüş sonra da,
" Bir hafta kırmızı yanak, kulak çınlamasıyla gezdi."
" Hâlim bir şey demedi mi?"
" Hâlim, Halime ne yaparsa yapsın hiç sesini çıkarmaz. Sakin sakin anlatırdı ona derdini. Bir kere bile vurduğunu görmedim. Tabii kendisi gizliden bir çimdik atmadıysa bilmem..."
" Daha neler baba! Ben Hafsa mıyım? Hafsa var ya abimle beni bir çimdiklerdi. Aboo mosmor olurdu kolumuz bacağımız."
Deyince Selim aklına gelen anıyla,
" Bir keresinde kolumun içini çimdikledi. Bende o ara biraz serseri geziyorum. Eve bir geldim. Babam gördü kolumu. 'Ulan sen bir şey mi kullandın!' diye bir kükredi. Az kaldı hanımefendi yüzünden cennetlik oluyordum."
Demiş gülümseyerek onlara bakmıştı ama onlar şaşkınlıkla ona bakıyordu. Girdiği ortamda sesi soluğu çıkmayan Selim'e can gelmiş gibiydi.
" Ne? Bir şey mi dedim? Yüzümde bir şey mi var?"
Deyince Hâlim,
" Baba... Sence de abim giderek yengeme benzemeye başlamadı mı?"
" Başladı başladı. Birde çatılarda gezdi mi. Tamamdır."
Deyip ona gülmeye başladılar. Selim de tebessümle onlara katıldığını kabul ederken, Halime odaya girdi.
"Buyrun yemek hazır."
Deyince herkes ayağa kalkmıştı ki Selim,
" Nazenin gelecekti."
Demesiyle Hâlim abisinin yanaklarını sıkıp,
" Ya çen karın olmadan mama yiyemiyor muşun? Oyş oyş..."
" Aman sanki kendisi Halime'siz yaşıyorda."
Selim yüzündeki elleri çekip,
" Çek şu ellerini, babam kimin hanımcı olduğunu daha iyi bilir."
Selman ağa,
" Bilmem mi? Annemi özledim. Beni merak etti kesin. A evde kalemimi unuttum."
Sadık,
" Birde durup durup 'Halime'm canım.' diyen kimdi acaba?"
Demesiyle Halime tebessüm ederken çıktı odadan. Hâlim'in her koşulda kendini sevdiğini belli etmesi öylesine mutlu etmişti ki onu, yüzünde şapşal bir gülümseme olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yorgun Savaşçı
SpiritualYorgundu... Uzun bir yoldan gelmişti... En değerlisiyle birlikte kendini de bırakıp gelmişti Halime. Gelmişti, bin parça bir halde. Gelmişti, Hâlim'e...