Her şey bir rüyaydı. Her şey bir toz bulutu halinde geçip gitmişti işte. Kalbinde hissettiği büyük yıkımla yapabildiği tek şeyi yaptı. Kendinden çok sevdiğine siper etti kendini. Cüssesi küçük, sevdası büyük kız. Kollarını açıp karşısındaki adama dikti gözlerini,
" Ne istiyorsun bizden?!"
Deyince Hâlim şaşkınlıkla ona baktı, sonra önünde yana açtığı kollarını indirip arkasına çekti,
" Halime'm ne yapıyorsun!"
" olmaz Hâlim. Sana zarar verecek."
Deyip önüne geçmeye çalışırken Memduh, silahını doğrulttuğu adama doğru gitmişti,
" Kimsin sen?!"
Deyince karşısındaki adam kahkaha atıp onlara doğru yürümeye başladı. Kollarını açıp,
" Ama kambersiz nikah kıymışsınız. Aşk olsun hani beni nikaha çağıracaktınız. Çok kırıldım ama,"
Deyince Selim karşısındaki adamı tanıyıp,
" Necati Duran ?"
" e sonunda tanıdınız beni."
Demiş yaklaşmıştı. Memduh şaşkınlıkla Selim'e bakarken, Necati kendine doğrultulan silahı indirip,
" Şimdi şunu bir indirelim. Nasılsınız taze çiftler?"
Demiş bir elini cebine atmıştı. Başını sağa çevirince göz göze geldiği Didar'a bakıp,
" Ooo Pinokyo! Demek Halime'yi tanımıyorsun, hemde nikah şahidi olacak kadar tanımıyorsun."
Deyince Didar,
"Her yol sorana yolunu gösteririz."
" Yanlış yol."
Demiş inatla gözlerini ona dikmişti ki araya giren Memduh,
"Derdin neyse söyle. Sonra geri bas."
Selim,
" Abi sakin ol lütfen."
Sadık,
" Dur abi gerçekten."
Deyip gözleriyle Halime'yi işaret ederken, Memduh geri çekildi. Hâlim,
" Ne istiyorsun Necati?"
" Ama sizde! Önce çağırıp sonra ne diye geldin diyorsunuz. Aşk olsun. Düğününüze katılacağım elbette. Merak etme karını kaçırmaya gelmedim."
" katıldın işte."
" şimdi de buraya yerleşme kararı aldım. Olamaz mı? Tarla alıp bostan ekeceğim."
Sadık,
" Yerleşin elbette. Ama bizden uzakta."
Deyince Necati dikkatle yüzüne bakmış sonra kafasını kaşıyıp,
" Ya ben seni birine benzeteceğim ama... adın ne?"
" Sadık Agace."
" agace...? Yok çıkaramadım. Ama tanıyorum seni."
Deyince Nazenin,
" Beyler tanışmanızı şimdiye mi bıraktınız? Düğüne gitmemiz gerek."
Necati,
" ah haklı haklı! Bende bey babanızla tanışmak istiyorum."
Deyince Selim kaşlarını çatıp,
" ne bey babası?!"
" Hâlim ve Halime'nin babası. Adı neydi. Selman bey."
Deyince herkes sabır çekmişti.Necati'yi önden göndermişlerdi. Elbette peşine taktığı bir adam ve ondan önce Selman ağaya haber uçuran biriyle. O giderken Hâlim sıkıya sıkıya elini tuttuğu karısına sarılıp teselli etmişti. Birlikte arabaya bindiklerinde Selim diğer arabayla düğün yerine giderken, Hâlim ve Halime kendi arabalarıyla dönmüşlerdi.Uzun bir yolculuktan sonra düğün alanına gelindiğinde kızları kadınların olduğu tarafa götürmüşlerdi. Hâlim, elini sıkıya sıkıya tuttuğu karısını gelin için ayrılan yere bırakmış, gitmeden önce,
" Biraz ayrı kalacağız."
" tamam. Sonra gelecek misin? Lütfen dikkatli ol. O adam sana bir şey yapar."
" yapamaz, Allah'ın izniyle."
Demiş ayrılmıştı hızla. Halime bir başına hissettiği anda başını kaldırıp kendisini dikkatle izleyen bin tane yabancı gözle karşı karşıya kalınca tedirgin olmuş, parmaklarını sıkmıştı ki kızlar imdadına yetişti. Nazenin yanına oturup,
" Geldik gelin hanım."
Didar,
" buradayız."
Hafsa,
" Düğünlerimiz hep böyle kalabalık olur. Hep yani. İnsanlarımız da biraz meraklı oldukları için bakıyorlar."
Halime,
" normal mi bu durum?"
Nazenin,
" Elbette. Şimdi herkes merakla bakıyor ama merak sadece. Daha önceden tanıdığı bile olsa bakıyorlar böyle."
Didar,
" He bir süre sonra gözleri başkalarına kayıyor."
Nazenin,
" he bazıları başladılar bile. Bekar oğlu olan oğluna kız bakıyor."
Hafsa,
" Düğünlerin dolaylı faydaları."
Deyince gülmüşlerdi. Halime tebessüm edip,
" O zaman size de mi bakıyorlar?"
Deyince hepsinin gülmesi durmuştu. Nazenin,
" Hiç bana bakmasınlar şu aralar işim gücüm çok, yoğunum."
Hafsa,
" He yani. Şey. Son senem. Bende olmaz. Hem babam seçmişti birini."
Didar,
" Bana baksalarda babam vermez zaten, çünkü hiçbirinin 100 inek alacak parası yok."
Halime şaşkınlıkla gözlerini açarken,
" 100 inek mi?"
Nazenin,
" bir dakika! Baban sana başlık parası mı istiyor? Hemde 100 inek."
Hafsa,
" iyi de aşiret karar aldı, başlık parası kalktı. Yoksa baban... gizli mi söylüyor gelenlere?"
Didar,
" He. Beni 100 inek'e satacakmış. O kadar edermişim. Karpuz muyum ben?"
Nazenin,
" Değilsin. Merak etme sen bana gel. Nazenin şunu istiyorum, şu oğlanda gönlüm var de. Gerisine karışma."
Halime,
" dinimiz peki başlık parasına ne diyor?"
Hafsa,
" İslamda başlık parası yok ki. Kadın için mehir var. Onda da hakkını kullan yani. Bizimkilere bakma sırf birkaç kuruş ellerine geçsin diye yapıyorlardı."
Halime,
" Allah yardımcıları olsun. Üzülme Didar bende elimden geleni yaparım."
Hafsa,
" babama bir söyledim mi?! Tamamdır."
Deyince hep beraber onu tasdiklemişlerdi. Düğün kadınların halaylarıyla uzayıp giderken takı sırasından her gelenle resim çektirmek zorunda kalmıştı Halime. Tanımadığı bin tane insanda kendi resminin olmasının hiçbir faydası yoktu ama insanlar inatla tek tek sıraya girmişlerdi. Gittikçe artan altınlardan ağrıyan boynuyla, Nazenin ona dönüp,
" İşte bak boyun kasların ne kadar güçsüz."
Hafsa,
" Yorulduysan çıkartalım mı?"
Didar,
" Keseye koyarız."
Deyince anneler gelip altınların bir kısmını alıp gitmişlerdi. Halime rahatlarken uzun bir takı sırasının sonuna geldiklerinde yemek dağıtılmış ardından herkes evlerine dağılmıştı. Akrabalar da tek tek gidince kızlar üstlerine feracelerini almıştı. Selman ağa ile birlikte bir kısım erkekler gelince Halime yüzüne örtülen duvağının altından kocasına bakıyordu. Yaklaştıkça kalbinin sesi kulaklarına baskı yapıyordu, sonunda karşı karşıya geldiklerinde Hâlim,
" Halime'm."
Deyince Selman ağa,
" Tamam tamam. Anladık seviyorsun kızımı. Dur da bende baba olarak sarılayım."
Demiş Hâlim'i köşeye çekmişti. Herkes tebessüm ederken Halime 'baba' kelimesiyle kalbinde hissettiği ağırlıkla başını kaldırdı. Selman ağa, ceketinin iç cebinden çıkardığı kutuyu açıp,
" Bu babanın kalemi kızım. Bu onun hep yanında taşıdığı kalemiydi. Mürekkebi bitince özenle doldurup tekrar kullanırdı. Bendeydi, uzun zamandır. Bundan sonra da bu emanet sende, sen kullan."
Deyince Halime elinin içine bırakılan kaleme sarıldı. En güzel gününde yokluğunu hissetmemek için kendini bu düşünceden uzak tutmaya çalışmıştı. Ama işte dönüp dolaşıp geldiği nokta, her şeyi kaybettiği andı. Bütün hayatı o an da takılıp kalmıştı sanki .
Soğuk metal elinin içinde kendini belli ederken gözünden akan yaşlara engel olamamıştı. Babasını görmeyeli uzun zaman olmuştu, kendinden kaçtığından babasının mezarına bir kez bile gitmemişti. Bir yerlere gittiğini düşünme fikri onu kendi karanlığında tutmuştu.
Selman ağa ellerini omuzlarına koyup,
" Kaldır başını kızım, ben varım. Bende senin babanım. Belki o eksikliği tamamlayamam ama en azından yanında dururum, olmaz mı?"
Deyince Halime akan göz yaşlarının arasında kendine bakan yeşil gözlere baktı. Hafsa'nın gözleri gibiydi gözleri. Sıcacıktı. Öylece ona bakarken eteğini tutan Sinan'a ardından elini sırtında hissettiği annesine baktı. Selman ağa bir şey demesini beklerken Halime derin bir nefes alıp,
" Olur."
Demişti. Kendi için büyük bir adımdı. Sonra ona doğru bir adım atıp kollarına sardı,
" Olur,"
Deyince Selman ağa, Halime'ye sarılıp başını okşayıp,
" Benim sultan kızım. Bundan sonra biri sana bir şey dedi, aha buradayım. Bu Hâlim de dahil."
Deyince Hâlim,
" Baba? Konu ne ara bana geldi."
Halime kollarını çözüp, Sinan'ın elini tuttu. Hâlim'e bakıp gülümsedi. Fevziye hanım,
" Hadi evladım, bitti düğün gidin artık."
Deyince Nur hanım ve Sinan ile ağlaya ağlaya vedalaşan Halime sonunda arabadaki yerini alınca ağlamaya kaldığı yerden devam etmişti. Hâlim yanına gelip arabayı çalıştırıp yola koyulmuş sonra da ona uzattığı mendille,
" Tamam Halime'm bak, üç gün sonra yine buradayız. Üç gün. Hemencecik biter. Hemen bitmesinde yine."
Deyince mendille gözlerini silen Halime, örtülü duvağının altından,
" Artık yüzümü açabilir miyim?"
" Ne? Ha, aç. Yok açma. Aç ya yine kapatırız."
Deyince Halime, duvağı kaldırıp mendille yüzünü silmeye başladı. Hâlim ona bakarken kemerini takmadığını fark edince,
" Kemer,"
" biraz böyle gideyim, lütfen."
" tamam bu seferlik, rahatlayınca tak. Ayrıca sana şarkı söylememi ister misin?"
" Ne?"
" şarkı canım. Şarkı söyleyeyim mi?"
Aniden sunulan teklife şaşırsa da sonra başını ağır ağır salladı. Hâlim boğazını temizleyip,
" Başlıyorum. 1 ve! 2 ve! 3 ! İki ekmek aldım. Eve gidiyorummmmm. Biri büyük biri küçük iki ekmek aldım!"
Demesiyle Halime gülmeye başlamıştı. Hâlim'in kötü sesi çocuk şarkısıyla birleşince gürültü kirliliği yaratıyordu ama Halime çok sevmişti. Onu alkışlayıp,
" devam et,"
" e peki çok istediniz. Balık vardı meşhur, adı neydi? Ha! Kırmızı balık göldeeeeee!"
Deyip uzatınca Halime eliyle ağzını kapatıp,
" Tamam. Tamam ağlamıyorum."
Demişti, Hâlim elinin içini öpüp,
" bu eller diyorsa tamam. Kına kokusu,"
demişti Halime'nin kınalı ellerine bakarken. Küçük ellerindeki kınaya bakarken derin bir iç çekip,
" Bu ellerde yakılan kınanın benim için olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi."
Halime,
" senin için,"
Deyince elini tutup vitesin üstüne koydu,
" A bak başkasına yakılsaydı herhalde başkasını yakardım."
" Bazen yaptığın şakalardan korkuyorum."
" Halime?!"
Deyip uyarmış sonra da vitesi değiştirmişlerdi. Halime yaslandığı yerden onu izlerken, kulağına çalınan sesle gözleri ağır ağır kapanırken sadece Hâlim'i düşünüyordu. Rüyaysa bile onunda olduğu bir rüya istiyordu...Onlar gittikten sonra soluğu Necati ve adamlarının yanında alan Selman ağa, oturdukları masanın karşısına dikildi. Selim, Sadık ve Memduh arkasından yer alırken, gözlerini dikip,
" Bana bak çakma mafya, yarın erkenden buradan gidiyorsun. Hiçbir iz kalmadan."
Deyince Necati gülümseyip ayağa kalktı,
" Aaa! Ne ayıbımı gördün be baba. Beni de alsana evlat diye."
" İstemez. Bizden uzak dur. Kızımdan uzak dur."
" Benim senin kızınla işim yok baba. Ben sevdim buraları. Aşiret falan. Güzelmiş."
" Bak evladım. Aşiret dediğin adamlar karşına dikilirse tozunu bulamazlar senin. Biz dört kişi karşına dikildik ama laftan anlarsın sandık. Yok sen laftan anlamam diyorsan,"
Dedikten sonra belinden çıkardığı silahla havaya art arda iki el ateş etmişti. Bir süre birbirlerine baktıktan sonra birden boş düğün alanı yeniden dolmaya başlamıştı. Gitmek üzere olan ağalar duyulan işaretle gerisin geri dönmüştü. Necati ve adamları hızla dolan alana bakarken Selman ağa,
" Biz öyle toplu gezmeyiz ama bir işaretle bin tane adam toplar, anladığın dilden de konuşuruz. Yarın sabah bu ilin sınırlarından çıkmış ol."
Deyince Necati,
" Ah be baba! Tamam. Gideceğiz elbette ama bir küçük hayırlı bir işimiz var. Onu halledip gideceğiz."
Demişti ki Selman ağa'nın yanına gelen ağalar durumu anlamaya çalışıyordu. Yusuf ağa gelirken,
" Hayırdır Selman!"
Necati,
" Hayırdır hayır."
Demişti ki Selim yumruklarını sıktı. Bu adamın dolaylı yoldan bile olsa Nazenin ile ilgili bir şey düşünecek olması onu sinir etmişti. Selman ağa,
" Misafirimize yolu gösteriyoruz. Kaybetmişte."
" Bizim kurallarımız bellidir Selman, canımızı yakanın canını alırız!"
Demesiyle silahlar çekilmişti. Necati sinirle elini yüzünden geçirip, ellerini sakin olmaları için onlara uzattı.
" Hey sakin olun, ağa babalar. Kimseyle derdimiz yok. Gideceğiz dedim."
" neyi bekliyorsun o halde!"
Dedikten sonra Necati ve adamları silahlarını indirip gitmek için hazırlandı. Selman ağa rahatlarken aniden ona dönen Necati,
" Ailene sahip çıkman çok güzel baba. Bir ailem olmadı benim. Sende sevmedin beni. Tekrar yalnızlığıma döneyim o vakit. Selametle."
Deyip önüne döndü. Selman ağa merhametinden vurulmuştu, sinirle ellerini sıkıp,
" Dur ulan! Aç gitmeyin. Sonra sizi bizzat yolcu edeceğim."🍂
Düğünün sabahı yine iş başa düşmüş, üst üste yığılan işlerin altından kalkmaya çalışmıştı. Sarı kızına bakıp elini beline koyduktan sonra,
" E kızım bu süt kime yeter? Azıcık daha ot yesen şöyle çayır çimen gezsen olmaz mı? Ha? Ha benim sarı kızım. Buğday tenlim."
Diye ineği severken annesi kapıda belirip,
" Ya ben seni bekliyorum kızım, gel el at bana."
" e anne bu sarı kız süt vermedi."
" tamam bırak artık onu, şu ekmekleri dedeye götür. Rahatsızmış alamıyormuş."
"tamamdır."
Demiş eline aldığı ekmeklerle yola koyulmuştu. Uzun ve hızlı adımlar atarken ekmeklerin kokusunu düşünmemeye çalışıyordu. Burnuna gelen kokuyla mest olurken , derin bir nefes çekip,
" SübhanAllah! Rabbim ne nimetler yaratmış. Elhamdulillah,"
Deyip bir iki adım atmıştı ki aniden önüne geçen kişiyle durmuştu. Anında çatılan kaşlarıyla bir iki adım geri atıp sonra da yanından hızla geçti. Necati ergen bir çocuk edasıyla sırıtıp yanında yürümeye başlarken,
" Yardım etseydim hanımefendi."
" bana yapacağın en iyi yardım benden uzak durman."
" ama duramıyorsam. Size beni çeken bir şey, ımmm sıcak bir his."
" cehennemin ateşidir o."
" Ha ha ha ha ha . Cehennem mi? Cennet diyecektiniz herhalde."
Deyince sinirle adımlarını durduran Didar,
" bak kardeşim böyle yanımda yürüyüp bana asılmak, asılmaya çalışmak adamlığa sığmaz. Bir kadın sizden rahatsız olmasaydı yanınızda durup dinlerdi. Dinlemiyorum. Demek ki bu durumdan rahatsız oluyorum. Daha nasıl anlatayım? Bu hal doğru değil. Dışarıdan bakan üçüncü kişi yanlış anlar ki bu benim asla! İstediğim bir şey değil, Allah da sevmez bu hali. Hadi selametle."
Demiş gitmişti. Necati öylece arkasından bakarken yanına gelen adamı yüzünün önünde salladığı eliyle onu uyandırmıştı. Gözünü ondan ayırmadan,
" Bana bu kızın babasını bulun."
" Nereye getirelim abi?"
" öyle değil lan. Yengenizin babasını öldürecek değiliz."
" yenge mi?"
Demiş şaşırmışlardı. Necati ellerini cebine koyup arabaya gerisin geri dönerken aklından gitmeyen Didar ile ilgili hayaller kurmaya başlamıştı. Aklından gitmeyen halleriyle kendini bir garip hissediyordu.
Adamı ona dikiz aynasından bakarken dışarıya bakıp,
" buralarda bir ev yapsam, bostan eker miyiz gerçekten?"
" Abi istersen ekeriz. Ne ekeceğiz geçen sefer ki maldan mı?"
" He! Adamın domates tarlasının ortasında ot yetiştirelim!"
" Özür dilerim abi."
Demişti ki yanındaki diğer adamı telefonla konuştuktan sonra ona dönüp kızın babasını bulduğunu söylüyordu. Necati geriye yaslanırken, ayak ayak üstüne atıp,
" Tanışalım bakalım kayınbabamızla,"🍂
Güzel düşünceleriniz ve yorumlarınız için teşekkür ederim. ☺️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yorgun Savaşçı
SpiritualYorgundu... Uzun bir yoldan gelmişti... En değerlisiyle birlikte kendini de bırakıp gelmişti Halime. Gelmişti, bin parça bir halde. Gelmişti, Hâlim'e...