36,🍂

636 54 12
                                    

  Boynuna sıkı sıkıya dolanan eller, belinde hissettiği koca el. Hiç bu kadar büyük bir sarılma yaşamamıştı. Hiç bu kadar sahiplenilmiş miydi? Hatırlamıyordu. Gözlerini açıp karşısında gördüğü görüntüye baktı. Muazzamdı onun için. Sıkı sıkıya boynuna sarılmış bir Sinan, ikisine sarılmış Hâlim.

  Biraz geri çekilmek, uzaktan bakmak istemişti ki huysuzca kıpırdayan Sinan kollarını biraz gevşetmişti. Fırsattan istifade boynunu kurtardı. Belindeki eli tutup kaldırmaya çalışmıştı ama aniden başını kaldıran Hâlim, gözleri kapalı olduğu halde,
" Ne oluyor?"
Deyince Halime sessizce elini yüzüne uzattı,
" Bir şey yok. Kalkacaktım."
" tamam bende kalkayım."
Demiş doğrulmuş gözlerini ovalamaya başlamıştı. Halime de yerinden doğrulup ayağa kalktı. Sinan hızla Hâlim'in olduğu tarafa  ayağını savurmuştu. Hâlim,
" Rüyasında bile benimle kavga ediyor."
Halime çaresizce Sinan'a bakarken ellerini beline koyup,
" Öyle görünüyor. Sana tavır almış gibi,  ama merak etme. Birkaç güne normale dönecek."
Hâlim ayağa kalkıp yanına gitti, sarılıp,
" Aramıza girmeye meraklı kara kedi. Dün gece beni iteleye iteleye uyudu ya."
Deyip kollarını çözdü. Gözü saate kayarken namaz saatinin hatırladı.
Halime,
" bir dahakine diğer tarafta yatar."
" asla kabul etmez. Aramızda yatmak istiyor."
demiş banyoya yönelmişti. O banyoya giderken Sinan'ın üstünü düzelten Halime alnından öpüp doğruldu. Hâlim banyodan çıkıp namazlığını serdi, o namaza durunca Halime de banyoya gitti. Derin bir nefes alıp Hafsa'dan öğrendiği ve okuduğu ilmihaldeki şekliyle abdest almaya başladı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başlarken abdestini bitirip banyodan çıktı. Elini yüzünü kurutmadan Hâlim'in yanına gidip durdu. Namazlığın üstünde dua eden kocasının yanına çömelip,
" Bana da öğretsene, namaz kılmayı. Duaları ezberledim."
Deyince Hâlim havadaki elleriyle öylece kalakalmış ona bakıyordu. Namaz kılmak isteyen eşine bakarken birden Sinan,
" Bende! Bana da öğret!"
Deyip koşarak yanlarına gelmişti. Halime ve Hâlim birbirlerine baktıktan sonra ellerini yüzüne süren Hâlim,
" Elhamdulillah Allah'ım. Bana bugünü yaşattığın için sana binlerce kere elhamdulillah."
demişti ki Sinan,
" hadi ama zaten beni götürmediniz camiye, namaz kılmayı hemen öğrenip camiye gideceğim hadi."
Halime,
" Paşam önce abdest al."
" Abdest mi? Tamam! Baran anlatmıştı bir kere."
Deyince Hâlim,
" Dur paşam ben sana yardım edeyim. Birlikte bir daha abdest alalım. Halime sende üstünü giyin. Namazlıkları ser, hemen geliyoruz."
Deyip banyoya gittiler. Onlar gidince Halime kendine söyleneni itinayla yapmış sonra da kendi başına kılacağı namazları düşünerek mutlu olmaya başlamıştı. Daha önce Hâlim'in anlatmasıyla kılmıştı ama şimdi bütün duaları biliyordu, anlamlarıyla. Kalbi bir kuş gibi heyecanla çarparken banyodan çıkıp gelenlere genişçe gülümsedi. Hâlim,
" Bak şimdi Sinan paşa ben ne sesli bir şekilde namaza başlayacağım. Sende beni dikkatle izle. Sonra birlikte hareketleri öğreniriz. Yavaş yavaş da sureleri öğrendik mi, tamamdır."
Demişti. Sinan onu dikkatle dinledikten sonra izlemeye başlamıştı. Hep beraber namazı öğrenmek için birlikte çaba göstermiş bazen gülmüş bazen yorulmuşlardı. En güzel yorgunluktu bu...

🍂

   Memduh sabahı nasıl ettiğini bilmeden öylece çekmişti arabasını bir tepeye. Hava buz gibi soğuktu ama öylece zamandan soyutlanmış gibiydi. Elindeki tesbihi kaçıncı döndürüşüydü bilmiyordu. Derin bir soluk daha aldı,
" Ne yapacağım? Ben...?"
Büyük bir adım atmış olmak onu geçmişinin ortasına düşürmüştü. Yıllardır gizliden gizliye çektiği acısı yine onu bir şeylere sürüklemişti. Yıllar önce olduğu gibi yine...

   Olduğu yere çöktü, başını ellerinin arasına aldı. Ne yapacağını bilemeden öylece her şeyin ortasına dalmış olmanın cezasını, hem kendine hemde Didar'a çektirecek olmak onu kahrediyordu. Didar kabul etmişti ama içine sürüklendiği durumdan ötürü kabul etmişti. Üstelik kimseye söylememesi gerektiğini söylemiş olması..? Ne yapmak istediğini bilmiyordu ama nasıl geri de döneceğini bilmiyordu. Üstelik, geri dönmekte istemiyordu. İçten içe kurduğu ailenin bu şekilde olmasını beklememişti; ama Didar'ın 'belki ikimiz içinde iyi olan budur,' cümlesi ona neden bu kadar mantıklı geliyordu, bilmiyordu. Okunan ezanla ellerini çekti,
" Allah'ım. Sen hakkımda hayırlı olanı ver, hakkımda hayırlı olanı da gönlüme razı eyle."
Demiş ayağa kalkmıştı. Son kez derin bir soluk bırakıp arabaya geçtiğinde ne kadar üşüdüğünü fark etmişti. Arabayı çalıştırıp yola koyulduğunda gözüne takılan telefonuna bakmış, ekrandaki cevapsız aramalar ve mesajları görünce ne diyeceğini düşünmeye başlamıştı. Telefonu bir kez daha ısrarla çalınca açtı,
" Ya abi! Abi neredesin sen? Ne kadar merak ettim seni biliyor musun?"
" İyiyim, namazı kılıp geleceğim."
Sadık,
" Abi?! Camiye gidiyorsun değil mi? Bende geliyorum. Zaten imamı alıp döneriz."
Demiş kapatmıştı. Memduh dediği son cümleyle eli ayağına dolanırken sakinleşmek için camı açtı. Derin bir soluk alıp,
" Ben ve evlenmek? Hemde Didar ile? Yıllardır gözümün önünde olanla? Allahım. Sen bana yardım et."
Demiş sakin olmaya çalışarak camiye gitmiş, abdest almıştı. Cemaat yavaş yavaş toplanırken safta yerini alacaktı ki birden etrafında beliren safla başını kaldırdı. Sağ tarafında Selman ağa, sol tarafında Selim ve Sadık vardı. Selman ağa ona bakıp,
" Nereye kaçtın evladım?"
Demişti imayla. Memduh bir şey demeden önüne dönmüştü ki Sadık,
" Evlencen diye mi korktun abicim?"
Demesiyle ona sırıtarak bakanlara tam bir şey diyecekken, imamın  tekbir almasıyla önlerine dönmüş ve cemaatle namaza başlamışlardı.

Yorgun SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin