55,🍂

119 11 12
                                    

Sabahın ilk ışıkları doğmadan yola düşmüştü elbette ardında korumasıyla. Adam bir adım gerisinde yürüyor uykudan gözü açılmıyordu ki,
" Abi beyefendi. Bak gözünden uyku akıyor. Gelme. Bak şurayı dönünce cami zaten. Selim orada Abdullah orada."
" Olmaz hanımım. Yusuf ağa özellikle söyledi. 'Selim'i görmeden dönmek yok.'"
" İyi tamam. Ben senin için dedim."
Demiş gözlüğünü düzeltip yoluna hızlı hızlı devam etmişti. Caminin önünde bekleyen Selim'i görünce gülümseyip koşar adım yanına gelmiş,
" Esselamünaleyküm Selim."
" Ve Aleykümselam Nazenin."
Demiş gülümsemişti. Onun aksine ciddi bir hale bürünen Nazenin,
" Önce namazı kılalım. Sonra sana kendimle ilgili göstermek istediklerim var."
" Ne göstereceksin?"
" Namazı kılalım da önce."
Deyince Selim içinde tuzla buz olan neşesinin yerini alan korku ve telaşla,
" Neyse şimdi söyle!"
" Merak etme sana derdimi anlatmak için bir ömürlük sürem var."
" Nazenin bak eğer bir şey varsa şimdi söyle."
Demişti ki yanlarına gelen Abdullah,
" Selamünaleyküm. Siz sabah namazına mı geldiniz?"
" Aleykümselam. Evet Abdullah."
" Hadi o zaman buyrun."
Demişti. Abdullah'ın arkasından giderken Selim'in üstüne bir ağırlık çökmüştü. İçinde bir korku büyürken Nazenin'in onu bırakmasından korkup ona döndü hızla,
" Beni seviyor musun?"
Deyince Nazenin aniden gelen bu soruya şaşırarak,
" Evet. Seni seviyorum. Ama bunun sabah namazıyla ne alakası var."
" Bana ne göstereceksin?"
" Hayatımı."
" Bak ben öyle lafı uzatmayı-"
" Biliyorum sevmiyorsun. Sadece sana kendimi göstermek istiyorum. Hadi geç kalıyoruz."
Demiş Selim'i kolundan tutup camiye doğru çekmişti. Abdullah sabah namazını kıldırıp duayı yaptıktan sonra ikisi de ayağa kalkıp camiden çıktı. Nazenin gözlüklerini düzeltip,
" Evet bugün yorucu bir gün olacak. Hazır mısın yürümeye?"
" Arabayla gidemez miyiz?"
" Yok. Hadi tabanlara kuvvet Selim."
Demiş bir adım atmıştı ki Selim hızla bir adım atıp elini tuttu sıkıca. Nazenin durup gülümsedi genişçe,
" Bana aşıksın. Bende sana aşığım. Başlayalım o zaman. Ben her sabah evden erkenden çıkarım. İlk yapmam gerekenlerden biri de caminin oradaki fırına uğramak ve 1 ekmek almak olur."
Demiş fırının kapısına gelmişlerdi. Selim,
" Kime?"
" Zekisin."
Deyip içeri girmiş ekmeği alıp gelmişti. Selim'in elini tutup yürümeye devam etti.
" Babam dışarı çıkmama izin vermezdi. Evde dur derdi. Ama bende öyle dur deyince duracak biri değilim. Bir gün gizlice bizim konağın duvarından atlayıp evden kaçtım. Tabii atlarken çöp kovasını hesap edememişim, atlamamla devrilmesi bir oldu. O gürültüye bütün korumalar koşmaya başladı. Tabii bende koştum. Köyün ara sokaklarına dalıp bir evin duvarına tırmandım. Duvarın üzerindeki büyük ceviz ağacının dalına basıp ağacın içine girdim. Adamların gittiğinden emin oluncaya kadar bekledim. Sonra tam inecekken birden evin sahibi çıktı. Bende ona bakacağım diye birazcık eğilmiş bulundum ve yere yapıştım. Fatma teyze o kadar korktu ki tansiyonu fırladı. Benimde gözlüklere kırıldı... Ben onun tansiyonunu düşürürken o benim ellerime krem sürdü. Sonra tanıştık. Eşi savaşta şehit olmuş, kimsesi yok. Ceviz ağacını da eşi elleriyle diktiği için çok kıymetli. Tabii anlatırken bu aklına gelince sinirlendi. Sen benim kıymetlime ne yapıyordun diye. Bende ona anlattım kendimi. Arkadaş olduk. Dayak yemedim yani. Seni onunla tanıştırayım."
" Neden başka bir şey almadın? Ekmek yetecek mi?"
" Yeter yeter. Hem Fatma teyzeye senin gerçek olduğunu göstermem gerekiyor. Dalga geçiyor benimle kitap okumaktan beynin hülyalanmış diyor."
" Hülyalanmış?"
" pembe bulutlar falan. Gel işte."
Deyip bahçe kapısını açıp içeri girdi. Selim bahçeye adım atmasıyla kocaman ceviz ağacına bakakaldı.
" Bundan mı düştün?"
" Evet ya. Ha ben sana hikayenin sonunu anlatayım. O gün Fatma teyzeyle kaldım sonra geç olduğu için kalkayım dedim ama gözlükler yok. Evi nasıl bulacağım? Mecbur babamı aradım. E birazcık şaşırdı tabi ama gelip aldı beni. Azıcıkta azarladı."
" Yanına yedek gözlük al diyeceğim ama onu da kırarsın."
" Denedim. Ve bingo!"
Demişti ki evin kapısını açan Fatma teyze,
" Dingo ne kız! Ne gavurca konuşuyorsun?"
Deyip ona laf atmıştı ki gözü yavaşça Selim'e kaymıştı. Onu baştan ayağa birkaç kere süzerken,
" Kız bu oğlan gerçekmiş ya!"
" Selamünaleyküm, ben Selim."
" Aleykümselam evladım."
Deyip bir çırpıda Selim'e sarılmıştı. Selim şokla öylece kalırken Nazenin gülmeye başladı. Fatma teyze ona dönüp,
" Hadi hadi çay soğuyacak. Gel güzel damadım. Masanın baş köşesi senin."
Deyip Selim'i eve sürükleyen Fatma teyzeye Nazenin,
" Oooo şimdiden pabucum dama atıldı. Hani ben senin en değerlindim Fatma teyze?"
Demişti ama Selim'i baş köşeye oturtan Fatma teyze ona cevap vermek yerine mavi gözlere dalmış,
" Cam gibi gözleri... Sarı saçlar... kız deli gerçekten masal kaçkınıymış bu!"
" Ben dedim sana inanmıyorsun ki."
" Hala inanmıyorum ki. Oğlum. Evladım. Bak bu kız seni zorladı di mi? Seni tehdit etti seni döverim diye. Yapar bu çünkü mahalledeki serseriyi de böyle tek seferde sofra bezi gibi yere sermişti."
Demesiyle Selim,
" Ne serserisi?"
" Eski mesele..."
" Eski ya da yeni. Kim bu?"
" Bilmiyorum ki döverken adını sormadık."
" Bir daha böyle bir şey olduğunda lütfen haberim olsun."
Demesiyle Fatma teyze hayranlıkla alkış tutup,
" Ayyyy. Kız bu sana aşık! Maşallah evladıma!"
Selim onun heyecanına şaşırırken, Nazenin ağzına koyduğu salatalıkla sadece başını sallamıştı. Fatma teyze onlara bakarken içten içe özlem duyduğu eşini hatırlamıştı. Gözleri dolarken hızla silmişti ama Selim'in dikkatinden kaçmamıştı.
" İyi misiniz?"
Demesiyle derin bir iç çekip,
" İyi miyim değil miyim..? Bilmiyorum evladım. Yoldaşımı yitirince dünya bana kapandı. Şimdi sizi böyle görünce..."
Deyip boynunu bükünce Nazenin yerinden kalkıp sarıldı ona.
" Teyzem niye böyle yapıyorsun deli kızın bırakmaz seni."

Yorgun SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin