31,🍂

559 50 12
                                    

Gün herkese aynı mı doğardı? Yoksa sırtındaki yükle mi gülümserdi her sabah güneş... Farklı bir gülümsemiş, düşündürmüştü. Korktu. Elini kalbinin üstüne koyup,
"Hele güneşin gülen yüzüne aldanma sen. Hele kara kara bulutlara bakıp da yüzündeki gülümsemeyi söndürme. Güneş ışıl ışıldır ama yakar, kara bulutlar da ferahlık vardır belki, kimbilir?"
demiş elindeki süt kovasıyla önündeki ineğe,
" Hele sende bana az süt ver sarı kızım. Acilen mayalamam gereken yoğurtlarım var, tamam mı?"
Demiş sevgiyle okşadığı inekten sütü sağmaya başlamıştı. Elindeki kova dolunca yüklenip çıktı ahırdan. Annesine bakıp gülümserken,
" Ana, en az 10 kilo yoğurt yaparız bak. Sarı kız bir süt verdi ki görmen lazım."
Demişti ki elini beline koyan annesi,
" Sen böyle gelirsen nasıl yoğurt olacak acaba Didar?"
" ay ana sende. Traktör değilim ki öyle hızlı gelim."
Demiş kovayı yere bırakmıştı. Annesi büyük tencereyi ateşin üstüne koymuştu. Tencereyi düzeltirken,
" Kız dediğin hama böyle acele acele gidip gelecek. O ne öyle mıy mıy."
Deyince Didar annesine gülmüştü. Birlikte sütü tencereye döküp kaynattıktan sonra yoğurt mayalayıp köşe koymuşlardı. Annesi ona sevgiyle bakarken,
" Senin dersin yoktu değil mi Didar?"
" anne yoktu. Zaten son senem. Sınavlar kaldı tek."
" tamam. Yarın düğün var, elbiseni aldın mı?"
" o iş tamdır anaların anası!"
Demiş yanaklarını sıkmıştı. Annesi kendisine gösterilen sevgi gösterisiyle gülüp ellerini tuttu,
" kız dur. E peki Halime ne oldu? Nasıl oldu yavrum?"
" nasıl olsun işte. Abisi olacak kişi yine kıza sataşıp duruyor. O da ne yapacağını şaştı."
" ah yavrum ya. Rabbim yardımcısı  olsun. Rabbim hakkında hayırlı olanı tez vakitte versin."
" amin! Amin. İnşaEllah."
Demiş kirli tencereleri alıp mutfağa gitmişti. Hızla bulaşıkları yıkarken içeri giren babasıyla durgunlaşmıştı. Babası köşeye oturup,
" Yemek hazır mı?"
Demesiyle Didar ellerini kurutup,
" Hazır baba. Hemen sofrayı kurayım."
Demiş hızla sofra bezini serip, yer masasını koymuştu. Yemekleri hızlı hızlı doldurup babasına sofra hazırlarken, onunla göz göze gelmemeye çalışıyordu. Tam işini bitirdiği için sevinirken,
" Böyle kara kara giyindin evde kaldın. Başka bir şey giysen olmuyor sanki."
Deyip yemeğe başlayınca Didar bir şey demeden mutfaktan çıktı. Babasının her seferinde tesettürüne yorup, evde kaldığını söylemesi onu üzüyordu. Her gün aklına geldikçe dua ediyordu, kalbinin yumuşaması için. Odaya geçip derin bir nefes aldı,

Pes etme Didar. Pes etme Didar!

Demiş ve hızla odayı toplamaya başlamıştı. Ailenin tek çocuğu olmak bitmeyen işin olması demekti. Didar da tek başına yüklendiği işlerle dinlenecek vakti olmayan birçok kişi gibiydi.

Bütün gün işlere koşturmuş, yarınki işlerini de yapıp yatakları serdikten sonra yarın için başını yastığa koyduğunda bütün bedeninin sızladığını hissetmişti.
Geceyi büyük bir yorgunlukla geçirdikten sonra sabah evi temizleyip evden çıkmıştı. Annesi daha sonradan düğüne biraz uğrayabileceğini söylemişti. Elindeki elbiseyle büyük adımlarla ilerliyor, sıcağa aldırmamaya çalışıyordu. Yolda ilerlerken birden yanında duran arabayla durmamış ilerlemişti ki, arabanın içinden çıkan 'ben tehlikeyim' diye bağıran adam,
" Pardon, Halime Beyoğlu'nun evini arıyoruz. Biliyor musunuz acaba?"
Deyince adımlarını durduran Didar, şüpheyle baktığı adama,
" Buradaki herkesi tanırım. Öyle biri yok. Yanlış gelmişsiniz. Diğer yöne gidip, sola dönün. Beyoğlu ailesi diğer köyde olur."
Deyince ona bakakalan adam,
" Teşekkür ederim."
" Ne demek."
Demiş önüne dönüp yürümeye devam etmişti. Hemen gidip Selman ağaya haber vermeyi düşünüyordu ki, adam yine seslenip,
" sizi gideceğiniz yere götürelim."
" yok ben giderim. Gidin siz."
" teşekkür mahiyet-"
" teşekkür kafi!"
Demiş ve karşıya geçip koşar adım Selman ağaya koşmuştu. Evin önüne gelince kapıda karşılaştığı Hafsa'ya,
" Baban nerede? Acilen ona demem gereken bir şey var."
Demişti ki Memduh,
" Bir problem mi var?"
" evet."
Dedikten sonra sağına soluna bakıp,
" Buraya gelirken yanımda bir araba durdu. Siyah. İçinden değişik tipte bir adam çıktı. Halime'yi sordu."
" eee?"
" bende diğer köye gönderdim. Plakasını da aldım."
Deyince Memduh cebinden çıkardığı telefonun not kısmını açıp,
" Söyle hemen."
Deyince plakayı vermiş sonra da Hafsa'yla içeri girip sakinleştikten sonra yüzlerine yerleştirdikleri gülümsemeyle Halime'nin yanına gitmişlerdi. Halime odasında gelinliğine bakarken yanına gidip,
" Ay Halime. Hazırlansana artık."
" evet. Geç kalacaksın bak."
Demişlerdi. Onlar gelinliğe uzanırken açılan kapıyla içeri giren Nazenin,
" Abooo gelin? Kız damat çatlar seni bekleyene kadar."
Deyince gülmüşlerdi. Halime,
" düğün akşam başlayacak ama. O saate kadar giymemin ne manası var ki?"
Nazenin,
" kız öyle deme. Abimin karısı da senin gibi dedi sonra düğüne geç kalıyordu. Kendi düğününe."
" o kadar sürer mi ya?"
Didar,
" Sürer sürer."
Dedikten sonra birlikte Halime'yi hazırlamaya başlamışlardı. Halime gelinliği banyoda giyip çıktıktan sonra Hafsa'ya fermuarını kapattırmıştı. Sırtındaki izleri kızların görmesini istemiyordu. Gelinliği giydikten sonra kızlara dönünce hepsi dolu dolu gözlerle ona bakmış sonra da ağlamışlardı.
Nazenin,
" ama ben dayanamayacağım."
Didar,
" Bende bende."
Demişti. Hafsa'yla birbirlerine bakarken eline gelinliğin eşarbını alan Hafsa,
" Sonra ağlarım, şimdi işimizi halledelim."
Demişti. Eşarbı da el birliğiyle yapınca Halime'yi aynanın karşısına getirmişlerdi. Halime, yansımasına şaşkınlıkla bakarken, elini gelinliğin eteklerinde gezdirdi,
" Bu? Ben miyim?"
Nazenin,
" Yok benim. Elbette sensin. Çok güzeldin, şimdi dehşet bir şey oldun."
Didar,
" Üstüne okuyun üstüne okuyun!"
Deyince üçü birlikte ellerini açıp okuduktan sonra okunan ezanla ellerini yüzlerine sürmüşlerdi. Halime onlara tebessüm ederken yan yana serdikleri seccadeyle cemaat yapıp namaza durmuşlardı. Halime arkadan izlediği üçlüye hayranlıkla bakarken, aynı anda secdeye gidip geldiklerine şaşmıştı. Namazları bitip, selam verince birbirlerine gülümseyip,
" Allah kabul etsin."
Deyince Halime bu anın içinde olmak istedi, dışında değil. Sanki önünde kocaman leziz mi leziz bir yemek vardı da, yemiyor izliyor gibi hissediyordu. Onlara bakışını fark eden Nazenin,
" Halime, kız gel otur şuraya da dua edelim."
Deyince Halime hemen yanlarına oturdu. Ellerini açıp Nazenin'in duasına kulak verdiler,
" Allah'ım. Bugün düğünü olan Halime kardeşimize hayırlı bir evlilik nasip et, bize de hayırlı eşler nasip et. Günahlarımızı affet, sevaplarımızı çoğalt. Bizi azlardan kıl. İslamı hakkıyla yaşamayı nasip et. Gönlümüzde kimseye söyleyemediğimiz dertlerimize şifa ver. Amin."
Deyince hep beraber amin deyip ellerini yüzlerine sürmüşlerdi. Tesbihleri çektikten sonra ellerine bakan Halime,
" Ne söylüyorsunuz bende söylemek istiyorum."
Deyince Hafsa tesbihi verip,
" Bak şimdi. Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: "Namazın takipçileri (muakkıbat) var. Onları her namazın peşinden söyleyenler -veya yapanlar- (cennet ve mükafaat hususunda) hüsrana uğramazlar. Bunlar otuz üç adet tesbih, otuz üç adet tahmid, otuzdört adet tekbir  dir."
Hadiste geçen ""muakkıbât" lügat olarak takipçiler demektir. Bundan murâd tesbihât dır. Tesbihler birbirini peşpeşe takip ettikleri için böyle tesmiye edilmiştir. Namazı takiben okunduğu için de bu ismi almış olabileceği söylenmiştir.  Hadiste zikri geçen "tesbih"ten maksad sübhânallah kelimesidir, "tahmid"le elhamdülillah, "tekbir"le de Allahu Ekber kelimesidir."
Demişti. Halime onu dikkatle dinledikten sonra Nazenin,
"Sübhanallah; Allah noksanlar(eksik,kusur) münezzehtir(uzak).
Elhamdulillah; Allah şükürler olsun.
Allahu ekber; Allah büyüktür, demek kısaca üçünü de özetlersek."
Didar,
" biz tesbih ile yapıyoruz ama bazı rivayetler, tesbihatı Hazreti Peygamber (Aleyhissalâtu Vesselâm) in parmaklarııyla yaptığını haber verir. Hattâ Efendimiz in: "Parmaklarla sayın, zîra onlar sorulacaklar ve konuşturulacaklar" dediği rivayetlerde gelmiştir.
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh), bin düğüm ihtiva eden bir sicimi olduğunu, onunla saydığını ve her gece bir devir tesbih yapmadan uyumadığını söylemiştir. Onun sayma işinde çekirdekleri kullandığı da rivayet edilmiştir. Tesbihâtı saymada, Ashâb ın ve Ümmühâtu lmü minîn in çakıl ve çekirdekleri kullandıklarına dâir pekçok rivayet gelmiştir. Bu durumu Resûlullah (Aleyhissalâtu Vesselâm) görmüş ve takrir buyurmuştur. Bazı âlimler parmakla saymanın tesbih vs. vasıtasıyla saymaktan efdal olacağını söylemiş ise de, esas olan, hata yapmaktan emin olmaktır, hangi şekilde hatayı bertaraf edebilecekse o tercih edilmelidir, der hadisi Şerif'in açıklamasında. Bizde Resulullah'ın yolundan gidiyoruz, ona layık bir ümmet Rabbime kul olmak için."*
Kaynak:   Müslim, Mesacid 144, (596), Tirmizi, Da  avat 25, (3409), Nesai, 91, (3, 75)
Dedikten sonra eline aldığı tesbihe baktı. Ahşap, her biri 33'lük bölümlere ayrılmış. Sonra imamın yanından başladı, bismillah dedi başladı. Her işin başının besmele olduğunu söylemişti Hafsa. Buna da öyle başladı. Sübhanallah dedi, her sübhanallah dediğinde ince ince düşündü. Ne demekti, nerede başlar nerede biterdi... elhamdulillah, o kadar çok ki şükredilecek. Öylesine çok ki, bir 33'lük daha çeksem yetmez dedi. Allahu ekber. Her şeyden üstün ve yüce... Allahu ekber...

Oturdukları yerden kalkerken tesbihi köşeye koymuştu ki anneler içeri girip Halime'yi görmüşler sonra onlarda ağlamaya başlamışlardı. Evden çıkma zamanı geldiğinde Halime'nin üstüne örttükleri pelerinle kuşağını bağlamak için gelen Sinan'a bakmışlardı. Halime, o an anladı. Kimsesizlerin kimsesi Allah'tı. En zor zamanda, bütün yarımları tam etmişti. Sinan elindeki kırmızı kurdeleyi halasına uzatıp,
" Hâlim abim dedi ki bunu bağlayacakmışım."
" biraz uzun kaldım galiba,"
Demiş dizlerinin üstüne çökmüştü. Sinan heyecanla bağladığı kurdeleyi yardımla çözüp bağladıktan sonra Halime ayağa kalkıp elini tuttuğu Sinan ile odadan çıkmıştı. Merdivenleri inerken dış kapıdan gelen seslerle herkes oraya döndü. Sadık dış kapının ardında durmuş,
" Kusura bakma Hâlim efendi ben bugün kız tarafıyım. Bu kapı da öyle kolay açılmaz."
demişti ki diğer taraftan kapıya sinirle vuran Hâlim,
" Ya sen kimin tarafındasın Sadık? Ayrıca senin de sıran gelecek..."
" onu o zaman düşünürüm. Sinan paşa koş gel."
Demişti. Sinan koşarak yanına gelmişti, Sadık kulağına söylediği şeyi Hâlim'e söylemesini isteyince Sinan önce şaşırmış sonra da,
" Hâlim abiii,"
" He söyle paşam,"
" şimdi bana kilom kadar altın?"
Demiş tasdik beklemişti Sadık'tan. Sadık gülerek kafasını sallayınca Hâlim,
" Oğlum ben o kadar altını nereden bulayım?"
" O zaman kilom kadar çikolata! Şeker! Cips! Dondurma!"
Demişti ki Halime uyarırcasına öksürüp Sinan'ı durdurmuştu. Sinan, halasına bakarak gülümserken Hâlim,
" Tamam. Söz, hadi açın kapıyı."
Sadık,
" Açayım mı Sinan paşa?"
" aç, alacakmış işte."
Deyince Sadık biraz aralık yapmıştı ki Hâlim hızla içeri girip,
" Sadık ben bunu buraya yazdım. Aha da söylüyorum daha da fenasını yapacağım."
Sadık sırıtıp ona bakarken Hâlim yönünü merdivenlerde ona bakan Halime'ye çevirdi. Sakin olmaya çalışarak ona doğru yürüdü. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atarken öylece karşısında kalakaldı. Fevziye hanım kal gelen oğlunun koluna vurup,
" Evladım, girsene karının koluna. Kızı ayakta bıraktın."
Hâlim hızla kolunu uzatıp Halime'yi bekledi. Derin bir nefes alan Halime koluna girdiği Hâlim elini elinin üstüne koyunca kalbi tekledi. Gözlerini ondan alamazken, evden çıkmış kapının dibinde bekleyen arabaya binmişlerdi. Selim şöför koltuğundaki yerini alırken yola koyulmuşlardı. Nikah salonuna gideceklerdi. Nikahtan sonra da düğünün olacağı yere. Hâlim yanında oturan yüzü duvağıyla örtülü karısına baktı, Halime başını eğmiş elleriyle oynuyordu. Dikkatini çekmek için diziyle dizine vurdu. Şaşkınlıkla başını kaldırıp ona bakmaya çalıştı,
"Ne haber?"
Diyen kocasına gülmek istese de şu an Selim'in de araba da olmasıyla kendini tuttu. Bir şey dememiş olmasıyla yol boyunca onunla uğraşıp durmuştu, nikah salonuna gelince birlikte inip yürümeye başladılar. Onlar önden giderken kızlarda gelmişti. Şahit olacaklardı. Selim arabayı park edip indikten sonra Nazenin ile göz göze gelince ters bakışlarını takınıp önden hızla giderken, Memduh ona şaşmış ama Nazenin'e olan bakışlarını yakalamıştı. Elbette bu durumdan haberi olması gerekirdi Selman ağanın. Başını diğer yöne çevirdiğinde Sadık'ın da kızardığını görünce elini koluna atıp,
" Hadi hanımlar hızlı hızlı önden gidin."
Demişti. Kızlar önden içeri girdikten sonra Didar,
" Ne kadar kibar bu erkekler değil mi? Bir ellerine sopa almadıkları kalıyor konuşurken."
Nazenin,
" Bazıları gözleriyle dövüyor ama görecekler günlerini."
Hafsa,
" boşverin umrunda olmadığımız insanlar için kendimizi yormaya değmez."
Demişti. Üçü derin bir soluk bırakıp içeri girmişti. Nikah için herkes yerini alırken, nikah memuru şahitlere bakıp,
" Yani bu kadar şahide gerek var mıydı?"
Deyince gülmüşlerdi. Çünkü hepsi şahit olmuş karşılıklı dizilmişlerdi. Kızlar başlarını eğmiş, parmaklarıyla oynarken, erkekler kendi aralarında muhabbetten uzak nikah memuruna bakıyorlardı. Memur lafa girmişti. Konuştukça konuşuyordu. Hâlim konuşma boyunca sakinliğini korumak için dişini sıkmış sonra da dayanamayıp,
" Memur bey, evetli kısma geçebilir miyiz? Lütfen."
Deyince Halime dizine diziyle vurunca,
" Ne var Halime? Adam sanki konuşmak için bugünü bekliyormuş gibi. Konuştukça konuşuyor mübarek."
Deyince Selim olaya el atıp,
" Kusura bakmayın. Düğüne geç kalıyoruz. İmza atıp gitsek olur mu?"
Demişti. Memur sabır çektikten sonra sorması gereken soruları sormuş, imzalar atılmıştı. Ayağa kalkınca uzatılan nikah cüzdanını eline alan Halime aniden duyduğu sesle durdu.
" Ama kambersiz düğün olur mu?"
Salona giren kişiyi gören Didar hemen Memduh'a dönüp,
" Bu o!"

Yorgun SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin