Evinin üstündeki kara bulutlar başındaki ağırlığa baskı yaparken mutfak masasında oturmuş öylece boşluğa bakıyordu. Bir yanda Sadık'ın hastalığı diğer yanda Halime'nin rahatsızlığı, Selim ve Memduh'un düğünü... Fevziye hanım başını ellerinin arasına alıp derin bir nefes alırken Selim ile konuştuklarını hatırlayınca durdu.
-Hafsa ve Sadık'ı evlendirmek istiyorum anne. İkisi de birbirini seviyor. Ve ben bunun için her şeyi yapacağım.
- Ne evlenmesi oğlum? Bu zamanda ne evliliği? Sadık'ın hastalığının farkında mısın evladım? Ciddiyetinin farkında mısın?
- Evet. Farkındayım. Ölüm. Onunki tescillendi diye mi vazgeçeyim anne? Benim ölmeyeceğimin garantisi var mı?
- Aynı şey değil Selim.
- Biliyorsun ki benimde tek böbreğim var anne. Nazenin bunun için benden vazgeçse ne derdin.
- Selim. Bak bu iş şu an olacak bir şey değil. Bende mutlu olmalarını isterim ama Hafsa bunu kaldıramaz. Hassastır. Senin rahatsızlığın da bile neler yaşadığını sen biliyorsun. Kaldıramaz. Lütfen bu meseleyi kapat.
- Hayır. Bu iş olacak. Hafsa da istiyor ayrıca. Sordum.
- Ne? Nasıl bana sormadan böyle bir şey yaparsın Selim?! Kızımı ilgilendiren bir konuda ilk önce bana danışman gerekirdi.
- Kız kardeşim hakkında hiçkimseye bir şey sormam. Ayrıca Hafsa kendi kararlarını alabilecek yaşta. Ve bu kararı verdiyse bende abisi olarak her şeyi yapacağım.
- Ne kararından bahsediyorsun sen? Bak sende biliyorsun ki aşiret dışından biriyle evlenemez. Ortalığı ayağa kaldırırlar. Sadık şu an bunlarla savaşacak durumda değil. Çocuk hastalığıyla mı uğraşsın aşiretle mi? Bak sana söylüyorum. Sakına bir şey yapma.Selim onu dinledikten sonra hiçbir şey demeden kalkıp gitmişti. Fevziye hanım ise arkasından öylece bakmış sonra ağlamaya başlamıştı. Selim'in kafasına nadiren bir şeyi taktığını ve onun için ipe bile gideceğini biliyordu fakat bu durum farklıydı. Sadık ve Hafsa için uygun zamanın şimdi olduğunu düşünmüyordu. Sadık'a bir şey olursa Hafsa yapamazdı.
Fevziye hanım kendiyle bir iç savaşa girerken diğer tarafta Nur hanım sabaha kadar uyumamış yemekler hazırlayıp durmuştu. Kemik suyuna çorpa, kırmızı et, içli köfte, sarma, dolma, meyveler... Bütün bunları ise hastaneden taburcu olan Sadık için yapıyordu. Belki biraz olsa kendini toparlar diye çabalıyordu. Anne yemeğinin tadı ayrı oluyordu çünkü.
Hazırladığı yemekleri saklama kaplarına koyan Nur hanım sabah erkenden evden çıkmak için hazırlanmıştı. Ayakkabılarını ayağına geçirip tam dış kapıyı açıyordu ki birden Halim'in sesini duyunca durdu. Merdivenlerden hızla inen Halim, yanına gelip,
" Hayırdır anne? Nereye böyle?"
" Şey oğlum... Sadık'a gidecektim. Yemek yesin yavrum. Biraz toparlasın diye. Ev yemeği ayrı oluyor."
Deyince Halim şefkatle bakan kadına gülümsedi,
" Sağ olasın annem. Sen ver elindekileri bana. Birlikte gidelim."
" Yok oğlum. Sen işinden geri kalma."
" Bende ona gidecektim. İyi oldu. Sadık ev yemeği çok sever."
" İyi bakalım. Halime uyuyor mu?"
Deyince Halim yutkunup
" Hı hı."
Deyip çıktı evden. Nur hanımla birlikte Cevdet'e selam verip Sadık'ın evine doğru yola koyuldular. Sokağa geçince Nur hanım,
" Uyanık mıdır?"
" Sadık erken kalkar. Sabah namazından önce hep teheccüt kılar. Çok uykusu yok."
" Maşallah evladıma."
" Bana da Maşallah mı anne?"
Deyince Nur hanım güldü. Omzuna hafifçe vurup,
" Sana da maşallah oğlum. İyi ki senin gibi bir evladım var."
" İyi ki. Yoksa Halime'm bensiz ne yapardı."
" Doğru. İyi geldiniz birbirinize."
Demişti. Halim kapıya hızlı hızlı vurup bir yandan da zile basarken Nur hanım şaşkınlıkla ona bakıyordu. Birden kapı açılınca,
" Sad-"
Demiş durmuştu çünkü karşısında abisi vardı.
" Abi? Ne işin var burada?"
" neden alacaklı gibi kapıyı vuruyorsun? Hoş geldiniz Nur teyze. Buyrun."
" Müsait miydiniz oğlum. Bir şeyler bırakıp gidecektim aslında."
" Tabii. Kuran okuyorduk. Gel."
Deyince Nur hanım ve Halim içeri girdi. Sadık onu görünce şaşırmış sonra da odaya geçmesi için yol göstermişti. Halim elindeki yemekleri mutfağa bırakıp odaya geldi. Nur hanımın yanına oturup,
" Nasılsın Sadık?"
" İyiyim."
" Geçmiş olsun oğlum. İnşallah tez zamanda şifa bulursun."
" Allah razı olsun. İnşallah."
" iyi gördüm seni. Güçlüsün inşallah iyi olacaksın. Birde evladım sana bir şeyler getirdim. Bir şey de canın çekerse hemen bana gel. Ne istersen yaparım sana."
" Sağ olun. Teşekkür ederim."
Dedi mahcubiyetle. Halim ortamı dağıtmak için,
" Ben kıskancım anne. Ona ne yaparsan bana iki tane yapacaksın."
" Yapıyorum ya sana evladım."
" Doğru ama olsun ben yine söyleyeyim de."
" kıskanç işte. Çekemiyor beni. Sen nasılsın Nur teyze?"
" Sağ olasın oğlum."
Demişti ki elindeki çay tepsisiyle odaya giren Selim,
" Halim sehpayı koy."
Demişti ciddiyetinden taviz vermeden. Halim sehpayı koydu ardından bardağı Nur hanımın önüne koyup abisinin elinden tepsiyi aldı.
" Sen otur abi. Ben dağıtırım."
" Ben yaparım."
Deyince karışmadı Halim. Tepsiyi abisine bırakıp yerine oturdu. Selim çayları dağıtıp odadan çıktı. Sadık ve Halim birbirlerine bakınca Nur hanım onların bakışlarını yakalamış sonra da çayını hızla içip,
" Çay için teşekkür ederim oğlum. Okul saati geldi Sinan'ın. Ben kalkayım."
" otursaydınız."
" Başka zaman inşallah."
Demiş kalkmıştı. Nur hanımı yolcu edip kapıyı örttükleri gibi Halim hızla Selim'in yanına gitmişti.
" Abi? Senin burada ne işin var? Bir şey mi oldu? İyi misin? Sen başka yerde asla kalamazsın. Kesin bir şey oldu. Yengemle mi tartıştınız? Ha?"
Demişti ama koltuğa oturup gözünü halıya diken Selim cevap vermedi.
" Abim?"
" İstersen ben cevap vereyim abi."
Deyince Selim Sadık'a döndü.
" Yok. Annemle tartıştık."
"Neden? Annem sana kıyamaz ki?"
Demişti şaşkınlıkla. Sadık mahcup ve üzgün bir sesle,
" Benim yüzümden."
" Sen ne alaka?"
"Hafsa ve Sadık evlenecek dedim diye."
Demesiyle aniden utanan Sadık başını eğdi. Garip bir durumun içinde kalmış nasıl davranacağını şaşırmıştı. En iyisi susmak dedi kendine ve sadece dinledi.
Halim,
" ne?! Ne diyorsun abi?"
" Ben söyleyeceğimi söyledim. Bu evlilik olacak."
" Tamam olsun abi. Ama annem...?"
" Boşver şimdi onu. Babama bugün bu konuyu acilen açmam lazım. Bu ağaların toplantısı saat kaçta nerede?"
" Nerden bileyim abi."
Sadık,
" bunu ancak Memduh abi bilir."
" Doğru."
Demiş cebinden telefonu çıkartıp Memduh'u aramıştı Selim. İlk çalışta telefonu açan Memduh,
" Efendim."
" Toplantı nerede olacak?"
Kendisine yöneltilen soruyla boğazını temizledi. Şu an Selman ağa ile toplantının olacağı yere gidiyorlardı ve Selim'in soracağı soruya nasıl cevap vereceğini bilmiyordu.
" Şu an müsait değilim."
Deyince Selman ağa, Didar'ın aradığını sanıp telefonuyla ilgileniyor gibi yaptı.
Selim,
" Abi."
Memduh sesine dikkat ederek,
" Yoldayım. Görüşürüz."
Demiş telefonu kapatmıştı. Selim öylece telefona bakarken birden telefona konum gelince gülümsedi. Ayağa kalkıp,
" Evet basılacak bir toplantı var."
Demesiyle Halim de aklına gelenle ayağa kalktı.
" Eyvah! Halime."
" Ne?"
" Abi Halime de toplantıyı basacaktı. Kesin şimdi yoldadır. O yüzden beni aceleyle yolladı! Ulan nasıl anlamadım?!"
Demiş kapıya koşmuştu. Selim ve Sadık arkasından giderken gülüyorlardı. Halim bir yandan konuşuyor bir yandan telefonla Halime'yi arıyordu.
" açsana be! Aç! Yav bu kız beni her seferinde nasıl kekliyor ya! Nasıl abi! Ben neden beynimi aktive edemiyorum yanında. Allah'ım."
Deyip söylene söylene giderken telefonu açan Halime,
" Evet seni bekleyecektim ama ben toplantının öğlenden sonra olacağını düşündüm fakat Sebastien sabah erkenden olacağını söyledi. Sende hastaneye gitmek isteyecektin. Yine beni düşünecektin. O yüzden demedim."
" Halime! Sana kaç kere diyeceğim bensiz hareket etme diye."
" Tamam gidelim içeri girmem söz kapıda seni beklerim Halim. Söz diyorum sana."
" İnanmıyorum artık sana. Bu kaçıncı söz acaba?"
Demiş sonra da sinirle telefonu kapatmıştı. Selim,
" Sakin ol."
" Yok abi artık gerçekten yeter. Söz verdiyse sözünde duracak. Bitti. Geçin arabaya hemen."
Demiş arabasına atlamıştı. Selim ve Sadık'ta onu takip edip arabaya geçti. Halim yola koyulurken Sadık,
" özür dilerim bütün bunlara ben sebep oldum. Olayın bu kadar ilerlemesini istemedim. Selim abiye de söyledim ama... Aranız benim yüzümden bozulmasın olur mu? Ailenin ne kadar önemli olduğunu en iyi siz biliyorsunuz. Halimi görüyorsunuz. İçinde bulunduğum durumda ailem olsaydı eğer hiç bu noktada olmazdım belki... Nasip işte."
Selim,
" Aileyiz işte. Seni kimseye yem etmeyeceğim Sadık. Bana yaptıklarını sana yapamayacaklar."
Halim,
" Ah ulan Halime."
Diyen Halim ise konudan ne kadar uzak kaldığını fark edememişti bile. Gaza bastıkça basıyor Selim ve Sadık ise buldukları yere tutunmaya çalışıyorlardı. Sonunda toplantı yerine gelince arabanın yanında bekleyen Halime endişeyle Halim'in arabasına baktı sonra Sebastien'e dönüp,
" Ya benimle konuşmazsa? Çok sinirli."
" Konuşacak sizi çok seviyor."
" Hep üzüyorum onu."
" Öğreneceksiniz. Sizde onu seviyorsunuz. Şimdi sadece sessizce yanında durun. Bence."
" İşe yarar mı?"
" Denemeye değer."
Demesiyle Halime ağzına hayali bir fermuar çekti. Halim arabadan inip yanına doğru gelirken geriliyordu fakat karşısına geçip,
" Bunu evde konuşacağız. Şimdilik sadece Selim abim konuşacak."
Demişti. Sesi net ve kararlı çıkıyordu. Halime bir şey demeden sadece başını salladı. Selim ve Sadık yanlarına gelip selam verdiklerinde Sebastien gözünü onlara dikmiş dikkatle bakmaya başlamıştı. Selim ona aldırış etmeden yürürken Sadık kendisine takılı kalan adama,
" Bir sorun mu var?"
Demişti. Sebastien hiçbir şey demeden susmuş bakmıştı sonra Halime,
" Sana bahsetmiştim. Sadık abi. Onun için buradayız."
" bahsettin...?"
Dedi Halim imayla, Halime hızla ona dönüp,
" Yolda. Az."
Demişti ama Halime yılların içinde uyuttuğu o çocuğun uykudan uyanmış dolu dizgin heyecanıyla her şeyi anlatmıştı. Sebastien yardımcı olmak istediğini söyleyip araştırmaya özen göstereceğini söylemişti.
" Kesin öyledir."
Diyen Halim sırtını döndü Halime'ye. Ardından Sadık'a döndü. Sadık ne yapacağını bilemez halde ona bakıyordu.
" Ayakta durma. Gel köşede oturalım. Hava sıcak."
Demişti ama Sadık,
" Yok. Yok. Ben. Ben yapacağım bunu. İçimde tutacak zamanım kalmadı artık."
Demiş adımlarını toplantı salonuna yönlendirmişti. Kalbi yerinden çıkacak gibi atarken bacağında hissettiği ağrıya odaklanmamaya çalışıyordu. Selim'in sinirle çıkan sesini duyuyor daha da heyecanlanıyordu. Salona girince ayakta birbirlerine sinirle bakan insanların bakışları ona kaymıştı. Birden biri,
" Buna mı vereceksin kızını Selman?!"
" Kızımı kime vereceğime ben karar veririm."
" Aşiretin kararlarına karşı mı geliyorsun?"
" Aşiretinizin kararları benim sevgimden büyük değil! Hiçkimseye faydası olmayan kendi içine dönüp yok olmaya yüz tutan bir batak sadece."
" Sen kimsin de benimle konuşuyorsun çocuk!"
" Ben Sadık Agace. Selman ağanın kızına..."
Demiş göz ucuyla Selman ağaya bakmıştı. Sesi bir an titremişti. Kalbi yerinden çıkacaktı. Bacağındaki ağrı gittikçe artıyordu. Alnında biriken terlerle boğazı kurumuştu. Yutkundu ve devam etti.
" Ben. Selman ağanın kızına talibim."
" Kes sesini! Sen kim Selman ağanın kızı kim!! Soyu sopu belli olmayan birine mi vereceksin kızını?!"
Demesiyle gözü dönen Selim,
" Senin soyun belli de ne oluyor? Karaktersizin tekisin!"
" Selim! Dur oğlum."
Deyip araya girdi Selman ağa. Halim de yanlarına gelmişti. Halime ise arabanın yanında kalmış olanları merak etmekten ne yapacağını şaşırmıştı.
" Benim kızım. Benim kararım. Buna hiçkimse karar veremez. Bu burada konuşulacak mesele değil."
" Bunun üstünü böyle kapatamazsın Selman ağa! Ya kızını oğluma verirsin ya da seninle yaptığımız bütün anlaşmalar biter! Senin kararın. Hadi selametle!"
Demiş ardından salondan çıkmıştı ağa. Diğer ağalar ise kızını aşiret dışından biriyle evlendirmesi kararına olumlu bakmadıklarını söylemiş ayrılmıştı. Sadık söylenilenleri duydukça ezildikçe eziliyor olduğu yerde yok olduğunu düşünüyordu ki,
" Ben bu çocuğu sevdim Selman. Diğerlerinin ne dediği umrumda değil. Ayrıca Selim oğlumun ardından durduğu kişinin yanında olduğumu bilin."
Diyen Yusuf ağayla başını kaldırmıştı. Selim elini omzuna koyup ona destek olurken,
" Sadık kardeşim için en uygun kişi baba."
Demişti fakat Selman ağa,
" Bunu burada kapatalım. Sağ olasın Yusuf ağa. Hadi eve gidiyoruz."
Demiş çıkmıştı salondan. Selim ve Sadık birbirlerine bakarken Halim babasının arkasından gitmişti. Selman ağa karşında Halime'yi görünce,
" Halime? Senin burada ne işin var?"
" şey... Selman amca ben..."
" Sende mi toplantıya girecektin? Hepiniz beni delirtmek için işbirliği mi yaptınız? Ya sabır! Hadi herkes eve! Çabuk."
Demiş aracına doğru gitmişti. Memduh ile göz göze gelince,
" Sen mi söyledin toplantının yerini? Artık güven olmayacak mı hiçbirinize?"
Deyince Memduh sarsıldığını hissetmişti. Selman ağanın ona olan güvenini sarsmak en son isteyeceği şey bile değildi.
" Babam. Olur mu öyle şey."
" Sebastien söyledi!"
Dedi birden Halime. Herkes ona dönmüştü. Sebastien ise arkasından durmuş gözünü bile kırpmadan duruyordu. Halime devam etti,
" Ben bu toplantıya gelecektim. Evet. Ama niyetim seni üzmek değildi Selman amca. Asla. Sadece toplantı da Hafsa'yı isteyeceklerini duyunca tutamadım kendimi. Özür dilerim."
Demişti fakat Selman ağa bir şey demeden arabaya geçmişti. Halime birden üstüne çöken karabulutlarla gözleri dolunca Sebastien'e dönüp,
" Ben her şeyi mahvettim Sebastien."
" Siz yapmadınız."
Dedi Sebastien gözlerini Sadık'a dikti. Baştan ayağa bütün bedenini iyice incelerken göz göze gelince Sadık,
" Ben yaptım. Benim yüzümden."
" Sizde yapmadınız."
" Benim yüzümden oldu. Gidecektim ben. Gidecektim. Bu kadar sorunda çıkmayacaktı."
Demesiyle birden eğildi. Bacağına kramp girmişti. Eli bacağına giderken,
" Soyu sopu belli olmayan benim için bu kadar şeye değmez işte."
Selim araya girdi,
" Kes sesini Sadık. Bacağın mı ağrıyor? Gel otur şöyle."
" Sen daha yolun başındasın. Pes mi edeceksin?"
" Ben etmesemde ömrün yetecek mi buna?"
Demişti otururken. Halime ona bakarken kendine engel olamamış ağlamıştı. Sebastien hızla cebinden çıkardığı peçeteyi ona uzatıp,
" Size acilen göstermem gereken şeyler var."
" Şu an değil."
" Acil olan şey ertelenemez."
" Peki. Halim... Bir dakika bakar mısın?"
" Geldim Halime'm."
Deyince Halime gülümseyip Sebastien'e baktı. Sebastien ciddiyetinden taviz vermeden önüne bakarken yanlarına gelen Halim,
" Sen eve geç. Arkadan geliyorum."
" Yok. Birlikte gitmemiz gereken bir yer var. Acil."
" Ama-"
" Acil olan ertelenemez."
Demişti Sebastien'i taklit edip. Halim bir ona bir Sadık'a baktı. Ardından Sadık'ın yanına gidip,
" Kardeşim, gel hadi eve geçelim. Dinlen."
Selim,
" Eve gidelim. Babamda çağırdı zaten."
Sadık,
" Benim artık yüzünüze bakacak halim yok. İşlerimde vardı."
" Şu an hiçbir işin yok. Tek işin sağlığın. Gerisini hallettik bile."
" tamam abi. Biraz iyiyim. Kalkarım."
" Tamam. Abi siz geçin benim arabayla ben Halime'yle bir yere gideceğim."
Deyince Sadık,
" Halim, aranız benim yüzümden bozulmasın. İyi niyetinden yaptı ne yaptıysa."
" Biliyorum. Hadi Allah'a emanet olun."
Deyip Halime'nin yanına geldi. Sebastien onlara transporterın kapısını açtı. Onlar içeri geçince hızla koltuğa oturup arabayı çalıştırdı. Halime gülümseyerek Halim'in elini tutunca yüzüne bakmadan konuşan Halim,
" Artık inanmıyorum sana. Elini bırakmıyorum diye yanlış anlama."
Diyordu ama Halime'nin elini tutuşuna karşılık vermişti, baş parmağıyla elini okşamıştı.
" Seviyorsun ama değil mi?"
" O ayrı. Sana sevgim ayrı. Nereye gidiyoruz Sebastien?"
" Efendim, kaldığım yere götürüyorum. Uzak değil. Geldik."
Demiş aracı tek katlı evin önüne park etmişti. Halime ve Halim arabadan inip eve bakınca şaşırdı.
" Burada böyle bir ev yoktu."
" Evet. Yeni yapıldı. Buyrun."
Demiş kapıyı açıp yol göstermişti. Evin geniş bir salonu vardı, krem ve kahve tonlarıyla mobilyalar içeriye ferah bir hava verirken, salonu boydan boya aydınlatan pencereler vardı.
" Evin çok güzelmiş. Güzelce kullan."
" teşekkür ederim. Buyrun."
Demiş koltukları göstermişti. İkisi gösterilen yere otururken karşılarına geçen Sebastien,
" Bunu size günler hatta aylar öncesinden söylemem gerekiyordu. Açıklamak istedim fakat Halim bey size ulaşmamı engelledi. Sizi korumaya çalıştığını anladım. Fakat Fatih beyin kesin emriyle size anlatmam gereken çok önemli bir şeydi bu. Üstelik sizi bana emanet etmişti."
" Ne istiyor bu Fatih?"
" Fatih bey ölmeden önce bir trafik kazası geçirdi ve bu kaza sırasında vücudunun büyük bir kısmı yandı. Ölüm nedeni buydu aslında. Acılarıyla boğuşurken sürekli sizden özür diliyordu. Anlatması gereken şeyler olduğunu söylüyordu. Bunun için size bunu bıraktı."
Demiş bir defter ve flash bellek uzatmıştı. Halime uzatılan şeye bakarken, Halim uzanıp defteri aldı ve Halime'nin yanına bıraktı.
" Ne var bu bellekte?"
" Efendim, bu size Fatih beyden bir özür ve veda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yorgun Savaşçı
SpiritualYorgundu... Uzun bir yoldan gelmişti... En değerlisiyle birlikte kendini de bırakıp gelmişti Halime. Gelmişti, bin parça bir halde. Gelmişti, Hâlim'e...