'Ömrün ömrüme kırk dişli zincir. Gidişin yıllardan beri gönlüme vurulmuş o zincir. Geri gel, ömrünün kalanı sürünsün ömrüme. O zaman kırılır kırk dişli zincir.'
Açılmayacak kapıya vurmaktan yorulmamıştım. Saatler de sürse yorulmayacak, durmayacaktım. Bir hapisten kaçıp başkasına boyun eğmek istemiyordum çünkü. Ama yine de durmuştum.
Beni durduran Memet'in sözleri olmuştu. Karısıyla adımın anılmayacağını söylemişti. Ben ancak misafirdim bu evde. Olabileceğim de en fazla buydu bu saatten sonra.
Beni durduran hüsran değildi. Şaşkınlık değildi. Kabullenişti.
Misafirdim. Kaçarak gelmiş, kaçarak gitmeye çalışmış, zorla geri getirilmiştim. Ama misafirdim işte. Gidecek başka bir yeri olmadığı, güvende nefes alabileceği tek çatıya kilitlenmiş o misafirdim.
Avluya açılan camı kırabilirdim. Kapıyı kırmak kaç saatimi alırdı? Yeterince güç uygularsam yarım saat sürmezdi belki. Ama yapamayacak kadar yorgundum. Yapmayacak kadar aklını henüz kaybetmemiş.
Bu kapıdan çıktığım gibi peşime takılıyorlardı. Serdal bana rahat vermeyecekti. Oğlumu bırakıp gidemezdim de. Kalacaktım. Mecburdum. Bu mecburiyet ağrıma gitse bile boynum bükük, kabulümdü.
Her şey oğlum içindi.
Onu yatağın ortasına yatırıp yastıklar dizdim etrafına. Benim kadar yorulmuştu. Bunları kaldıramayacak kadar küçüktü. Onun yatmasıyla tonlarca ağırlığımı indirdim yere. Yatağın yamacına çöktüm. Yanağımı yatağın köşesine dayayıp, oğlumun elini tuttum.
Yanına yatmak istiyordum. Ama üzerime kitlenen kapıdan sonra bu evde bir yatağa yatmayı içim kabul etmiyordu. Oğlumu kendimle yerde yatıramazdım. O tüm saflığıyla en rahat yerde yatabilirdi. Annesi onun için köşede bekleyecekti.
Gözlerimi yumdum. Uykuya yenilmem çok zor olmamıştı. Bir lambanın patlayışı kadar ani oldu zihnimin susuşu. Kendimi uykunun huzuruna bırakmak istedim.
Fakat huzur bana tövbe etmiş olmalıydı. Ne zamandır kapalı olduğunu anlamadığım gözümü Kerem'in ağlayışıyla açtım. Yatağın ortasında yüz üstü dönmüştü. Ellerimden çıkmış, emeklemek istemiş olmalıydı. Yastıklar ona engel olunca mızırdanmıştı.
"Kalktım, kalktım," diyerek önündeki yastığı çektim bana doğru gelsin diye. Kendini kaydırarak yanıma geldiği gibi kucağıma aldığımda odanın karartısı çekti dikkatimi. Kerem kucağıma gelmesine rağmen susmamıştı. Ağlamaya devam ettiğinde onun açlıktan ağladığını anlamıştım. "Allah beni kahretmesin," diyerek onu kendime bastırıp kalkmaya çalıştım.
Kaç saattir uyumuştum ben? Gün batıyor olabilir miydi? Tüm bu zaman boyunca oğlum aç kalmıştı. Kimse sesini duymamış mıydı? Kapıyı açmaya kimse mi gelmemişti?
Koşarak kapıya çıktım. Açmak için kolu defalarca çevirdim. Açılmadı. Tıklatmaya başladım. "Sesimi duyan var mı? Kimse yok mu? Kapıyı açın!" Tüm konak uyuyakalmış olamazdı. Saat kaçtı ki? Kimse sesime gelmez miydi? Memet gelmeliydi. "Memet! Aç kapıyı. Aç kapıyı Memet! Duymuyor musun sesimi? Oğlum ağlıyor Memet. Aç kapıyı. Acıkmış. Aç kapıyı!"
Kapının önünden geçen bir ayak sesi duydum. Daha şiddetli vurdum. Defalarca seslendim. Ses uzaklaşıp gitti. Beni duymazdan geldi. "Memet!" diye bağırdım tüm nefesimle.
Bir daha yaklaşan olmadı. Kerem ağlıyordu. Yatağın yamacına koşup çöktüm. Göğsümü açtığım gibi ağzına tutuşturmaya çalıştım. "Hadi Kerem. Hadi oğlum. Açlıktan bayılacaksın. İç ne olursun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Güneşim
Romance'Ben en çok akşam güneşini severim Mem. Sarının en masum, turuncunun en tutkulu, kırmızının en şefkatli hali demek çünkü. Ben akşam güneşinin alacasına meftunum. Sen bu aciz yüreğimin akşam güneşisin Mem.' ...