Mir'i kendi örtüsüne sardığımda çıkmak üzere hazırdık. Odanın kapısını ardımdan çekip kapadığımda avluda yalnız değildim. Zelal'la Halime Hanım benim çıkacağımdan emin şekilde bekliyorlardı. "Hayırdır? Düğün alışverişi mi?" sorusu Zelal'den gelmişti.
Bir dakika. Karşılaşmamızın üzerinden bir dakika bile geçmemişti. Beni baştan aşağı rahatsız etmeyi başarmışlardı. Ağzımı açsam iyi şeyler söylemeyeceğimi bildiğimden duymazdan gelmek istedim. Uyuyan Mir'in gözünün üstüne doğru örtüsünü çekiştirip yoluma devam ettim.
"İlk değil nasılsa, ne alınacağını iyi bilirsin sen," dedi bu defa. Kollarım kasıldı. Dudaklarımı ağzımın içine çekip bastırarak duraksamamaya çalıştım. Beni kışkırtmaya çalışıyordu.
"Gerçi ilk seferde ne alıysan ardında bırakmışsın. Bileğinde bir bilezik bile kalmamış." Adımlarım benden izinsizce yavaşlamıştı. Ben o bilezikleri Efkan'a vermiştim. "Artık kocan ne kadar fakirse bir tanecik olsun..."
"Zelal!" Ona nasıl döndüm, ağzımdan küfür değil de ismi nasıl çıktı anlamadım. "Ne konuştuğuna dikkat et!"
Sesim hırstan titremişti orta yerde. Titreyecektim ben de. Laf bana gelmemişti çünkü. İshak'tan vurmaya kalkmıştı beni.
Zelal annesini ardında bırakıp birkaç adım attı bana. "Ne o? Zoruna mı gitti? Yoksa kocana..."
"Zelal!"
Tüm konağı inleten ses bu kez bana ait değildi. Ben o kadar bağıramazdım o an. Ben o kadar öfkeye kuşanacak halde değildim. Zelal'in gözlerinden yansıyan hakkım olandan fazla nefrete karşı öfkemden önce hüsran dolanıyordu dilime. O hüsran benim gözlerime akın ediyordu dilimde kendine söz bulamayıp. Ben tek kelime edemedim.
Memet'ti bağıran. Kapının girişindeydi. "Tu çi dibêjî?*(Sen ne diyorsun?)"
Zelal abisine bir parça korkuyla baksa da bana olan nefretini öyle sahiplenmişti ki korkusu o nefreti gölgeleyemeyecekti. "Yalan mı? Ben yalan..."
"Zelal!" diye bağırdı Memet bir kez daha. "Seni bir daha uyarmayacağım."
"Zelal babana kahvaltı hazır et," dedi Halime Hanım sanki bir tartışmanın ortasında değilmişiz gibi. Sanki Zelal bana haksızlık yapmamış da beni öylesine sözlerle uğurlayıp görevini yapmış gibi.
Zelal mutfağa doğru geçecekken Memet konuştu. "Üst kata çık! Ben gelene kadar odamdaki tüm kıyafetleri ayıklayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtacaksın."
Zelal abisine bakmışsa da Halime Hanım konuşmuştu. "Uzun sürer o iş Mem. Kalsın birkaç gün daha. Gelen oldukça ben..."
"Sana demedim anne," diyerek böldü onu Memet. "Şimdi yapacak Zelal." Zelal ağzını açacak gibi oldu. Memet izin vermedi. "Yazlık, kışlık, benim ya da değil demeden hepsini halledeceksin Zelal. Döndüğümde bitmiş olacak." Sonra işaret parmağını kaldırdı. "Xezal elini bile sürmeyecek."
"Memet," diye uyaran Halime Hanım'dı. "O ne öyle ceza gibi. Kalsın sonra..."
"Belki de cezadır," dedi Zelal kızgın bir sesle. "Nikahı bastı ya karısıdır artık. Onu savunuyordur abim hiçbir şey olmamış gibi." Memet'in öfkesini aldığı nefesten bile duydum. "Ben gidip cezamı çekeyim. O da parmağında hala başka adamın yüzüğünü taşıyan karısını alışverişe çıkarsın."
Lafını söylediği gibi koşarak merdivenleri çıktı Zelal. Memet ardından gider sandım. Gitmedi. Annesine konuştu onun yerine. "Rêyek rast deyne ber qîza xwe*(Kızının önüne düzgün bir yol koy – Kızını düzgün yetiştir, doğruyu göster anlamında.)"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Güneşim
Romance'Ben en çok akşam güneşini severim Mem. Sarının en masum, turuncunun en tutkulu, kırmızının en şefkatli hali demek çünkü. Ben akşam güneşinin alacasına meftunum. Sen bu aciz yüreğimin akşam güneşisin Mem.' ...