Uykumun içinden çekiliyordum. Kurumuş boğazımda bir rahatsızlık oynaşıyordu. Yutkunarak onu bertaraf etmek istiyordum. Beceremiyordum. Su istiyordum. "Su."
Uykum ağır basıyordu şimdi. Bir nefesle dönüp yatmak istiyordum. Ağzımda kötü bir tat peyda oluyordu. Bir bardak su ızdırabımı dindirecek gibiydi. Hem susuzluğumu hem de kötü tadı bastırsın istedim suyun. "Su."
Sesim kulağıma ulaştığında bir süre idrak etmeye çalışmıştım. Sonrasında su dediğimi anlamış şekilde araladım gözlerimi. Karanlık karşıladı beni. Yatağa ellerimi dayayıp kalktım hemen. Oda sessizdi. Yalnızdım.
Telaşla yataktan kalktığımda yalnızlığımı beşiklerdeki iki bebekle paylaştığımı görmüştüm. Uyuyorlardı. Rahatlayarak yatağa geri dönmek istediğimde aralık kapının gıcırtısı dikkatimi çekti.
Memet elinde bir bardak suyla içeri girmişti. "Uyanmışsın."
Elindeki bardağa baktım. Susamıştım. "Uyandım."
Işığı yakmadı. Bana doğru yaklaştı. Suyu uzattı sanki susuzluğumu anlamış gibi. "Al."
Bardağı alırken şaşkınlığımı gizleyen karanlığa güvenerek ona baktım. "Ben de tam susamıştım. Bilmişsin gibi..."
"Sen istedin," dedi yatağa doğru yürürken.
İçtiğim yudumu zor bela yuttum. Su istediğimde odada mıydı? Ben uyuduktan sonra gitmemiş miydi? Hep yanımda mıydı? "Uyumamış mıydın?"
Cevap vermedi. Telefonunun ışığı yüzünü aydınlatmıştı şimdi. Suyun kalanını içtim. Islanan boğazım rahatlamışsa da boş midem bu kez başıma bela olmuştu. Acıkmıştım. En son ne zaman doyasıya yemek yediğimi hatırlamıyordum. Belki İshak için fırına verdiğim sebze yemeği. Sonrasını hatırlamıyordum.
Burnumun ucuna kızarmış sebzelerin kokusu geldi. Yerini kendi suyuyla haşlanmış et aldı. Yutkundum. Bol yeşilliğin üzerine sıkılmış limonla ekmek arası hazırlamıştım sanki. Yutkundum. Midemde bir delik açılmış gibi açlığım çoğaldı. Eti, sebzeleri, yeşilliği o ekmeğin arasında birleştirip bir ısırık almamı istedi sulanan ağzım. Yutkunamadım. Bu eziyete iç çekmekten öteye gidemedim.
İç çekerken sesim duyulmuş olmalıydı. Memet bana bakmıştı. Ağzımdaki tüm tükürüğü tek seferde yutkunmak zorunda kaldım. "Saat kaç?"
"Sekiz olmak üzere."
"Yemek hazırlıyorlardır. Yardıma gideyim."
"Yemek hazır. Sofrayı kuruyorlar."
Bu bilgi beni sevindirmişti. "Yardım edeyim," diyerek elimdeki bardakla çıktım odadan hemen. Avluyu bir yemek kokusu almıştı zaten. Mutfağa doğru süzüldüm. Neyseki içeride sadece Xezal vardı. Ocağın üzerindeki tencereden bir şeyler dolduruyordu. "Yardım edeyim?" diye sordum yanına varırken.
"Yok yenge bunlar son zaten," dese de bir tencere biber dolması gözümün açlığına hedef olmuştu.
"Bunları sen mi yaptın?" diye sordum çekmeceyi açıp bir kaşık çıkarırken.
"Halime yengem harcı hazır etti. Ben doldurdum sadece. Eti de Zelal doğrayıp fırına verdi."
Dolma tenceresinde daldırdığım kaşıkla fazla doldurulduğu için taşan harcı alıp ağzıma götürdüm. Bedenimdeki tüm açlık ağzıma kadar çıktı. O bir kaşık için alacaklı gibi yakama yapıştı. Kaşığı bir kez daha tencereye doldurup ağzıma soktum. Yetmedi hiç. Üçüncüyü de tıkındığımda ağzımda yer kalmamıştı. Hızlı hızlı çiğnedim bir yenisine yer açmak için.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Güneşim
Romance'Ben en çok akşam güneşini severim Mem. Sarının en masum, turuncunun en tutkulu, kırmızının en şefkatli hali demek çünkü. Ben akşam güneşinin alacasına meftunum. Sen bu aciz yüreğimin akşam güneşisin Mem.' ...