Şimdiden anlaşalım... Bölüm sonuna güzel şeyler yazacaksınız! Bakın güzel şeyler dedim! Neden mi? Buyurun sonuna kadar okuyun, öğrenelim 😁
☀️☀️☀️
Daha evvel geçtiğim taşlı yolda sarsılan araçla öne arkaya gidip geliyordum ben de. Bu yoldan nefret ediyordum. Bu yol Zühre'nin amcasının evine gidiyordu. Bu taşlı yoldan ötesi İshak Uçar'ın eski evine varıyordu. Bu yolu her gelişimde canımdan bir parça koparılmıştı.
Zühre'yi gün içinde birkaç kez aramıştım. Açmamıştı. Bu saatte yengesiyle annesi daima evde olduğundan konuşamazdık. Beklerdim ben. Gün bitsin, akşam güneşi semayı renkleriyle boyasın da Zühre'nin işleri bitsin diye beklerdim. Bulduğu ilk boşlukta beni arayacaktı o da. Bir kuytu köşede birkaç dakika olsun konuşmak için kolladığı fırsatı kaçırmamak için telefon elimde beklerdim ben de. Tırnağımla tuşların çıkıntısını oyarken ekranda isminin yazmasını beklerdim.
Bu defa farklıydı. Zühre aramıyordu. Ben arayınca da açmıyordu. Çalıyordu telefon. Sessizde olduğunu bilsem de kaç gündür onlarca aramayı görmemiş olmasını mantıklı bulmuyordum. Babasının taziyesinden bu yana aramıza giren şehirler yüzünden merak ettiğim gibi kapısına gidemiyordum. Gidemediğim gibi Nuşen'in de benim yerime görüp haber getirmesini isteyemiyordum. Zühre'yle aramdaki tek bağlantı bir telefondu artık. O telefon da açılmadıkça sıkıntı basıyordu.
Görüşmeyeli çok olmuştu. Taşındıkları gün selametle vardıklarını görmek için Baver'le peşlerinden geldiğimizden yolu biliyordum. Bu yolu bu kez yalnız geliyordum. Baver'i amcamın yanına koyup öğle vakti dışarıda işim olduğunu bahane edip düşmüştüm yola. Akşamüzeri varacaktım oraya. Varana dek hiç değilse iyi olduğunu duymak için birkaç kez daha aramıştım. Açmamıştı yine. Mazot almak için durduğum ilk istasyonda bir umut görür diye mesaj atmıştım. "Bir saate oradayım Zühre. Kapıya çık, iyi olduğunu göreyim."
Mesajı göreceğine umudum yoktu. Mazotun parasını ödediğim gibi arabaya binmiştim. Daha el frenini indirmeden mesaj sesi doldurdu aracın içini. Hemen baktım. Tek bir kelime bile olsa cevap gelmişti Zühre'den. "Gelme."
Onca aramamı görmemiş, mesajı mı görmüştü? Vereceği tek cevabı da gelmemem miydi?
Bir sinir beni kuşatırken cevap yazmak yerine defalarca aradığım numarayı aradım. Uzun uzun çaldı. Artık açılmaz sandığım anda nihayet arama sesi kesildi, yerini bir nefes aldı. "Mem?"
Duyduğum naif sesle sinirim söylemek üzere olduğum bir sözü unutuşum gibi buhar olup uçtu. Yerini şükürdar bir özlem aldı. "Zühre."
Derin bir nefes alıp verdiğini duydum. Anladım. Onun da özlediğini anladım. Özlediyse neden mesaj bile atmamıştı. "Beni öldürecek misin Zühre? Amacın bu mu? Kaç gündür telefona bakmak bir kez olsun aklına gelmedi mi? Kafayı yedirteceksin sen bana?"
"Mem, sen neredesin?"
"Yoldayım," dedim el frenini indirip verdiğim gazla yola geri çıkarken. "Asıl sen neredesin? Nuşen de ulaşamamış sana."
"Memet, dur, gelme boşa."
Taşlı yolda normalden daha yavaş gittiğim yetmezmiş gibi duyduğumla da önceki sinirim tepeme çıktı. "Ne demek gelme?"
"Ev çok kalabalık Memet. Kaç gündür kalabalık vardı zaten. Yengemin annesi amcamlarda kalıyordu, biliyorsun. Ölüm halinde kadın. Tüm çocukları, torunları gelip gelip gidiyor. Çok kalabalık. Gelme."
Telaşlı sesi hoşuma gitmemişti. "Başka ev mi yok? Niye oraya geliyorlar?"
"Kadın burada kalıyor ya. Biz sonradan geldik. Onlara da biz kalabalık geliyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akşam Güneşim
Romance'Ben en çok akşam güneşini severim Mem. Sarının en masum, turuncunun en tutkulu, kırmızının en şefkatli hali demek çünkü. Ben akşam güneşinin alacasına meftunum. Sen bu aciz yüreğimin akşam güneşisin Mem.' ...