"Vincent Van Gogh, 1888 yılında kardeşi Theo'ya yazdığı bir mektupta "Bana ne olduğunu tam anlamı ile tanımlayamıyorum. Şimdi ve daha sonrasında, hep korkunç bir kaygı yaşıyorum. Açıkçası nedensiz bir şey. Diğer taraftan, kafamda bir boşluk ve yorgunluk hissi yaşıyorum... Bu aralar, melankoli ve iğrenç pişmanlık ataklarım var" diye yazmıştı. Van Gogh, dahilikle delilik arasında gidip geldiğini fark edebiliyordu. Ancak, bunun ne olduğunu, neden böyle düşündüğünün, neden böyle davrandığının mantıklı bir izahını bulamıyordu. Hastalıklı döneminde, resimlerinde dünya genişliyor, dağlar sarsılıyor, bulutlar delice bir hızla dönüyor, yıldızlar donanma fişekleri gibi hareket ediyor, ağaçlar öfke içinde debeleniyor, bitkiler kırılan dalgalar gibi öne doğru yuvarlanıyor ve toprak zemin cennete saldıracakmış gibi yukarıya sıçrıyordu."
Kendimi ona o kadar yakın hissediyorum ki, bazen onun eşsiz ruhunu idame ettirdiğimi düşünüyorum. Tabii bu benim aciz ruhum için onur verici bir şey. Öte yandan, onun ruhunu az da olsa yaşatabildiğim için mutlu oluyor ve sırf bu yüzden bile birkaç gün daha yaşamam gerektiğini düşünüyorum. Elbette bu herkeste var olan içgüdünün gizli bir oyunu, her ne kadar ölümü arzulasam da ben de herkes gibi ölüm karşısında can havliyle çırpınıyorum. Belki de, psikologlar bu yöntemimi görseydi beni tebrik eder ve arkadaşlarıyla sohbetimi yapar ve alayla bana gülerlerdi. Ama kimin umurunda ki, ben yaşamak için kendimi kandırmaya devam etmeliyim. Ama artık sona geldiğimi hissediyorum. Tükeniyorum, umutsuzluğa kapılıyorum. Bazen delice şeyler yapıyorum. Ve bazen de ruhumda gizlenmiş bir şeytan olduğunu düşünüyorum, bana akıl almaz şeyler yaptırıyor ama onu durdurmuyorum da. Çok acizim, kimse sözümü dinlemiyor. Şeytan insanlara zarar vermesin diye elimden geleni yapıyorum ama (bunu yapmamam gerektiğini biliyorum ama ruhumu korumaya çalışıyorum, hala insan kalabilmek için) bu sefer de bana zarar veriyor. Sol elim tamamıyla şeytana ait. Hep yara bere içinde. Onunla anlaşma yapmaya zorluyor beni. Ah Adem, niye yedin ki o elmayı? Yaratıcım ruhumun feryadını duymuyor musun? Sende insanlar gibi misin yoksa? Yakarışlarımı melodiye mi dökmek zorundayım, o zaman şarkım dilinden düşmeyince bana yardım mı edeceksin?