Eskitilmiş yaz akşamı serinliğinde uyanmak için can atıyordu. Gecenin karanlığına karışmak için sabırsızlanıyordu. Ama ne vardı ki, uyanmak için zincirlerin kırılması gerekiyordu. O kamburun, bu canavarı serbest bırakması için kırması gereken bir zincir. Katili de böyle uyandırmıştı ya zaten. Katil, bir gün kamburu bulaşık yıkarken zehirlemiş ve bir bardağı elinde kırması sonucu uyanmıştı. Bu olaydan sonra elinde göz şeklinde bir iz kalmıştı. Bu katilin uyanışının resmiyetiydi, şeytanın gözüydü. Ve şimdi de öyle bir zincirin kırılması gerekiyordu. Kamburu ikna etmesi gerekiyordu, onu zehirlemeliydi. Kulaklarını dolduran melodi bile onu yatıştırmamıştı, öfkeliydi. Burada ters giden bir şeyler vardı çünkü. Şu anda uyanmasını gerektiren şeyler. Kamburun yürüyüşleri yavaşladı, kaldırımın diğer tarafında gördükleri onu korkutmuştu, oradan koşup uzaklaşacak ve hıçkırıklara boğarak ağlatacak kadar derinden sarsmıştı. Geçmişiyle yüzleşmişti. Karşı kaldırımda onlar yoktu sanki, geçmişine açılan dev bir geçit vardı. O geçit onu çağırıyordu, ismini fısıldıyordu. Müziğin sesini daha çok açtı ve iki eliyle kulaklığına doğru bastırdı. Gözünü çevirdiği her yerde geçit karşısında belirliyordu. Gözlerini yumdu. Çöktü ve bayıldı.
Geçitten canavar geçti, geçmişini katletti. Sonra geri geldi elindeki kanı ve gözlerindeki dehşeti gören herkes kaçtı. O yürüdükçe etraf sessizleşti, o konuştukça herkes delirdi ve o güldükçe herkes kustu...
Kırmıştı zincirlerini, uyanmıştı. Katilden bile güçlüydü çünkü ondan bile öfkeliydi. Delirmişti. Avlularda başı dönene kadar dolaşıyor, ses telleri kopana kadar çığlık atıyordu. O delirmişti. Polislerden kaçıyor, minarelerden aşağı tükürüyordu. Onu delirtmişlerdi... +