Geldiğinden beri birkaç saat olmuştu. Tuvalet arası vermem ilk şoku atlatmama yarar sanmıştım. Yanılmışım. Uzun süre kendime gelememiş şekilde ağaç gövdesine yapışmış salyangozları izledim oturduğum yerden. Çok tatlılardı. Canım, yanlarına gidip onlarla konuşmak, sandalyede oturmuş verdiğim çorbayı içen adam hakkında ne düşündüklerini sormak istiyordu. Çorbayı severek içiyor gibiydi. Ne kadar açsa... Halbuki üç gün önce yapmıştım ve tadı felaket diye çok içememiştim.
-"Demek tekne senindi. Sabah bayağı olay oldu. Hatta gürültüye ben de çıkıp bakacaktım ama üşendim. Genelde her şeye üşenirim zaten, biraz bıktım da..."
-"Burası çok güzel bir yere benziyor. Bıkılacak bir yer değil, geldiğim yeri görseydin değerini daha iyi anlayabilirdin."
Değeri mi? Ne değerinden bahsediyordu? Hiçbir şeyin farkında değildi. Onu bu rüyadan uyandırmak için henüz erkendi ama ne kadar erken bilirse o kadar iyi olurdu. Uyuyup kalkmasını bekleyecek ve sabah kahvaltısında adaya özgü sıcacık şahane pırasalı börekle yine adaya özgü, berbat gerçekleri sunacaktım ona...
-"Eve alamam ama küçük bir çadır yapabilirim sana bahçede, pek rahat olmayacaksa da büyük ihtimal direkt betonun üstünde bile uyuyabilecek kadar yorgunsundur."
-"Çok sevinirim."
Adada herkesin evinde küçük bir çadır olur. Komşular birbirlerine çocukları emanet ettiklerinde bahçede oynamaları için. Ben çocuk sevmem. Adadakiler de beni sevmezler. Çadır, anneannemlerden kalma, aynı oturduğum ev gibi... Maalesef komşular da anneannemden kalma, zamanında onunla arkadaşlık yapan teyzeler ve o teyzelerin yetiştirdiği şımarık torunları... Ara sıra beni yokluyorlar. Benimle yakın olmak, hayatım hakkında meraklarını gidermek istiyorlar. Büyük ihtimal bahçemdeki çocuk çadırında yatacak olan adam da dedikoduların sebebi olacak. Beni rahat bırakmaları için hafiften deliriyormuşum gibi yaparım en kötü... Çadırı kurdum ve adamı bırakıp içeri geçtim.
Sabah kanamam iyice artmıştı. İkinci gün hep böyle oluyor zaten, halsizlikten de kolum kalkmıyordu ama yine de çadırından henüz çıkmamış garip misafirim için fırına gittim. Ne var ne yok aldım. Ondan çok kendim için, inanılmaz açıktı iştahım. Eve varınca adamın kapının önünde ayakta beklediğini gördüm. Onun da bir insan olduğunu hatırladım. Bahçede beslenebilecek bir canlı değildi. Yeni kıyafetlere ihtiyacı vardı en basitinden ve hijyenini sağlayabilmeye.
-"Eve girebilirsin, banyoyu kullan lütfen, kıyafet işini de hallederim kahvaltıdan sonra, bir sürü dükkan var adada giysi satan. Bedenine göre bulabilir miyim emin değilim. Senin gibi iri adamlar yok bu adada, sen de ne kadar kalırsın bilemiyorum zaten..."
-"Küçük bir kıyafet çantam vardı yanımda, bütün ada halkı bağırarak bana doğru koşmaya başlayınca tekneden nasıl çıktığımı bilemedim. Neyse ki yaşlı insanlardı. Yetişemediler. Onlar gözden kaybolunca ben de koşmayı bırakıp biraz soluklandım. Yine de korkmuştum tabii ve saklanma ihtiyacı duydum. Gerisi bildiğin gibi..."
Kahvaltı bitiminden sonra adanın dar sokaklarından yürüyüp yan yana olan giyim dükkanlarına bakmaya başladım. Bulabildiğim en bol kıyafetleri aldım. Alırken şaşkın bakışları da üstümde hissetmiştim. 3B23056 neden bu kadar erkek kıyafeti alıyordu ki! Evinde yalnız yaşıyordu. Üstelik başka bir evde ilgilendiği yaşlı bir adam da yoktu. Kimseye bir şey anlatacak durumda değildim. Ben de henüz bu yeni durumu tam idrak edememiştim zaten... Elimde poşetler evin yolunu tuttum. Güneş en tepedeydi. Halk "Ada Güneş'i" derdi. Beşinci Ada'nın üstünde hiç doğmazmış, Birinci Ada'nınkinden bile güzel görülürmüş bizim adadan. Cehalet kötü şey, hele de cahil olduğunun bile farkında olamayacak kadar cahil olmak. Ben ara sokaklarda yürürken, adanın kedi ve köpekleri peşimi bırakmazdı. Hatta kuşları da... İnsanlardan çok onlara güleryüz gösterdiğim için olsa gerek. Bahçe kapısının önüne geldiğimde şaşkınlıkla bakakaldım. Masanın üzerinde iki fincan kahve vardı. Dumanı tütüyordu henüz, belli ki yeniydi. Adam resmen kendi evi gibi mutfağa geçip hem kendine hem bana kahve yapmıştı. Kızsam mı sevinsem mi bilemedim. İkisini de yapmaya karar verdim. Eve girdim ve söylenmeye başladım.
-"Kusura bakma ama burası senin evin değil! Benden izin almadan eşyalarımı böyle kullanamazsın! Yine de teşekkürler, yoruldum ve kahve çok iyi gelecek. Ayrıca çok da güzel kokmuş."
-"Kıyafetleri oraya bir yere bırakıp dışarı çıkabilir misin? Sen kahveni içerken ben de giyinip gelirim. Hızlıca bir duş aldım da."
Kapıyı aralamış banyodan sesleniyordu. Bu kadar rahatlık fazlaydı. Artık 5 Ada'nın ona neler getireceğini öğrenme vakti gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...