Aklım Luna'da kalmıştı. Tek bir kelime dahi etmek içimden gelmiyordu. Komutan da çok sessizdi. Araç, çukurlara girip çıkarken içim dışıma çıkmıştı benim de... Kusacak gibiydim. Normalde kolay kolay midem bulanmaz, ayrılık acısıydı beni bu hale getiren herhalde. Başım da ağrımaya başlamıştı. Aracı kullanan askere seslendim;
-"Biraz durur musunuz, iyi değilim."
Yolun gürültüsünden sesim duyulmamıştı. Komutan benim yerime bağırdı.
-"ASKER!!! DURDUR ARACI!!!"
Durmuştuk. Aşağıya atladım. Yol kenarına kustum. Çöküp kalmıştım. Ağlamaya başladım. Yanıma komutan geldi. Elini sırtıma koydu. Askerlerden benim için su ve kağıt mendil istedi. Ben temizlenirken eli hala sırtımdaydı.
-"Biraz daha iyi misin?" diye sordu yumuşak bir sesle.
-"Ayrılık bana iyi gelmedi" dedim.
-"Ayrılık kimseye iyi gelmez. Ben de kızımı; Meli'mi bıraktım. O benim her şeyim biliyorsun."
Yeğeni olduğu halde kızı gibi görüyordu onu, kendi büyütmüştü. Kolay değildi geride bırakması, o da benim gibi acı içindeydi.
-"Ne yapacağız komutan?" diye sordum başımı ona döndürüp.
-"Göreceğiz. Orada bizi neler bekliyorsa, ona göre hareket edeceğiz" dedi korkusuzca."Devam edelim yola, bir an önce bitsin bu tatsız mesele..."
Ayağa kalktım. Midem boşaldığı için daha iyi hissediyordum. Başımın ağrısı için ilaç istedim askerlerden. Torpido gözündeki İlk Yardım Çantası'dan ağrı kesici çıkarıp verdiler. Luna'nın regl dönemindeki şiddetli ağrıları için içtiği ilacın aynısıydı. Kahretsin!!! Her şey bana onu mu hatırlatacak!!! Kafamı toparlamalıydım artık... En azından bir süre sonra yol düzelmişti. Belli ki artık onların sahası içindeydik. Geçen gittiklerimize mi gidiyorduk acaba, yoksa başkalarına mı... Luna'nın kadına; "Sopa Kadın" demesi geldi aklıma, gülümsedim. Zayıflığı sevmezdi. Yemek yemenin şahane bir şey olduğunu düşünürdü. Hatta; denizde geçen günlerde, çok az beslenebildiğim ve çok kilo kaybettiğim için, ilk gördüğünde pek beğenmemiş beni, öyle demişti. Ne zaman ki kilo almaya başlamıştım, tam da istediği gibi olmuştum. Sürekli onu düşünebilirdim. Hiç yorulmadan, sıkılmadan... Hele şu an sadece onu düşünerek nefes alabilirmişim gibi geliyordu. Madem yanımda değildi, o zaman ben de onu hayalimde canlandıracaktım.
-"Geldik komutanım!" dedi direksiyon başındaki asker.
Farklı bir yerdeydik bu sefer... Henüz ev gözükmüyordu. Devasa, demir bir kapının önündeydik. Özel güvenlik, zaten beklendiğimiz için, aracın içine öylesine bir göz attı ve eliyle "Geç" işareti yaptı. Kapının açılması uzun zaman aldı. Luna olsa kesin söylenirdi. Kapının nihayet açılmasıyla önümüzde düz, ince bir yol belirdi.
-"Bu adamla kadın tam belalar!" dedi komutan dişerini sıkarak. Ellerini de yumruk yapmıştı.
-"Hangi adamla kadın??" diye sordum merakla.
-"Varmak üzere olduğumuz evde yaşayan abla ve kardeşi... Yöneticilerin aralarındaki hiyerarşide en üstteler. Toplam on iki kişiler zaten. Asıl beyin takımı. Bizi her ne için çağırdılarsa, işimiz kolay değil."
Sıkıntılı yüz ifadesine bir örnek çizilecek olsa komutanın şu anki hali çizilebilirdi. Fazla gergindi.
-"İçeride olabildiğince az konuş, soru sorduklarında cevaplarını kısa ve net ver. Muallakta kaldığını hissederlerse daha fazla soruyla üstüne gelirler. İkimize de kolay gelsin" dedi ve araçtan indik.
Karşımızda geçen seferki gibi her yerinden zevksizlik taşan bir villa vardı. Kapıya çıkan beş basamaklı merdivenler geniş tutulmuş, her birinin iki yanına gerçek boyutta çıplak kadın heykelleri koyulmuştu. Kadınlar çıplaktı fakat kolyeleri vardı. Yanlış görmüş olmayı isterdim. Heykellere ceviz büyüklüğünde parlak taşlardan oluşan mücevherler takmışlardı. Havanın çok sıcak olduğu yaz gecelerinde, kan ter içinde görülen kabuslardan birinde gibiydim. Düşünmek istemiyordum ama Luna'yı çok özlemiştim.
-"Hoş geldiniz" dedi kırklarının sonunda bir hizmetli kadın. Saçları komik bir topuzla toplanmıştı. Kısacık boyuna göre fazla yüksek bir topuz... "İçeri geçin, yedi dakika geç kaldınız."
Komutana baktım fakat bu yedi dakikalık gecikme meselesini duymamış gibiydi. Asker içgüdüleri laf sokulmasına değil, güvenliğimize odaklanmıştı belli ki...
Garip topuzlu kadın salonun büyük kapılarını açtı ve içeri geçtik.
İki orta yaşlı insan vardı karşımızda. Adam altmışların başında, kadın ise sonunda gibiydi. Kendilerince çok şık giyinmişlerdi. Bana sorsalar acilen atmaları gereken üçer kilo ağırlık taşıyorlardı. Adamın kolunda büyük bir saat vardı. Çelimsiz kolunda aşırı göze batıyordu. Asıl şaşırtıcı olan elinde tuttuğu dev pipo ve burnunun üstünde duran sapsız gözlüklerdi. Uzun zamandır görmediğim şeylerdi. Retro zevkleri vardı demek ki... Kadını ise çok seçemiyordum boynuna doladığı tilki kafalı kürk yüzünden. Lüks düşkünü kadınlardaki kürk sevdası anlaşılır gibi değildi. Üstelk ev gayet sıcaktı. Kadın, sıcak evde kürk bir atkıyla oturuyordu. Beyni erimiş olmalıydı. O yüzden ısıyı hissedememesi normaldi.
-"Demek geldiniz" dedi adam hem komutanı hem de beni baştan aşağı süzerek. Bakışlarından rahatsız olmuştum.
-"Siz istediniz" dedi komutan keskin bir şekilde.
-"Biz istedik evet" dedi. Hemen arkasında oturan kadına döndü. "Ablam sizinle tanışmak istedi. Önünüzde çok önemli bir görev var. 5 Ada tarihindeki en önemli olay olacak bu... Aslında bu görevin..." Duraksadı; "Nasıl tiplere emanet edildiğini merak ediyorduk."
Nasıl tipler mi??? Yavşak herif!!!
-"Beğendiniz mi bare?!" diye sordum dişlerimi sıkarak. Sorum, komutanın hiç hoşuna gitmemişti. Delici bakışlarını üzerimde hissediyordum. Gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Adamsa; soruma hiç şaşırmamış hatta eğlenmiş gibi duruyordu. Pis bir sırıtışla;
-"Komutanı az çok biliyoruz da, siz beğenilmeyecek gibi değilsiniz gerçekten" dedi.
O ana kadar söze girmeyen kadın;
-"Tamam yavrucuğum, sen şöyle geç otur. Ben biraz soru sormak istiyorum beyefendilere" dedi.
Adam ablasının sözünü ikiletmeden gidip oturdu.
Kadın yavaş hareketlerle, koltuğunun yanında duran yuvarlak sehpadan bardağını aldı ve içindeki sudan bir yudum içti. Yine ağır ağır bardağı geri koydu. Bardağın cam sehpaya çarpma sesi salonda yankılandı. Büyük kumaş bir peçeteyle ağzının kenarlarını sildi. Büyük olmayan şeyler zenginliklerine hakaret gibi geliyordu sanırım. Boğazını temizleyip konuşmaya başladı;
-"Görev ne durumda?" dedi isteksizce. Bizimle muhatap olduğu için ızdırap çekiyor gibiydi.
-"Hazırlıklar sonlanmak üzere, bazı denemeler yapacağız. İki ay sonra da harekat başlar" dedi komutan kendinden emin bir şekilde.
Kadın, oturduğu koltukta, ağırlığını soldan sağa verdi. Luna'nın anneannesinin bununla ilgili de bir sözü vardı. Hatta söylediğinde çok gülmüştüm. Şimdi aklıma geldiğine inanamıyordum. Hiç sırası değildi.
-"Neden gülümsüyorsunuz?" diye sordu kadın bana diktiği gözleri ve ürkütücü sakinliğiyle...
Gülümsüyor muydum!? Buradan sağ çıkabilirsek, komutanın elinde kalacaktım.
-"Yaptığımız planın detayları aklıma geldi de... Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündük. Tereyağından kıl çeker gibi hallolacak! Tam da sizin istediğiniz gibi..." dedim kendimin de inanamadığı bir soğukkanlılıkla...
Kadın duyduklarına tepkisiz kaldı. Hala elinde tuttuğu peçeteyi bükmeye başlamıştı. Tam bir şey söyleyecekti ki, öksürmeye başladı. Büyük ihtimal tükürüğü genzine falan kaçmıştı. Fakat korkunç bir şey yaşıyormuş gibi, kardeşi yerinden fırlayıp bardağını uzattı. Kadın eliyle; "Tamam tamam, iyiyim" işareti yapınca, rahatlayarak yerine oturdu. Piposunu masadan tekrar eline aldı fakat saniyeler içinde karar değiştirip yerdeki halıya fırlattı.
-"Ablacığımı çok yordunuz. Gidin buradan hemen!" dedi bize nefretle bakarak.
Hiçbir şey anlamamıştım. Kadın toplamda on cümle kurarak nasıl yorulmayı başarmıştı?! Nasıl buradan öylece çıkıp gidebilecektik?? Her şey bu kadar mıydı?? Serbest miydik?? Planımızı anladıkları için çağırmamışlardı yani!!!
LUNA'YA MI DÖNÜYORDUM??
Evet...
Luna'ma dönüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...