~SON~

48 3 0
                                    

Denedim ama çok da bir şey değişmemiş daha doğrusu değişememişti. Yine de ilerleme kaydediyordum. Mavi evimize yakın bir okulda haftada iki gün Astronomi Öğretmenliği yapmaya başladım. Adalarda hakim olan yeni adil düzen sayesinde ilerleme kaydeden sadece ben değil, aynı zamanda 5 Ada'ydı. Adalar arası hareket alanı artmıştı. Onar kişilik kapasitesi olan tekneler, saat başı adaları dolaşıyordu. Ben de bu sayede haftada bir gün "Dördüncü Ada'yı Yenileme Derneği"ne gidip gelebiliyordum kolayca. Dernek faaliyetlerimiz sonucunda, yenileme adına bayağı da yol katetmiştik. İnsanlar diğer adalardan sırf meraklarını gidermek için Dördüncü Ada'ya yolculuk yapmaya başlamıştı ve bu da oradaki ekonomiyi canlandırmıştı. Birşeyler içilebilecek cafeler, küçük lokantalar ve hatta iki tane de butik otel açılmıştı. Resmen turizmden gelir elde etmeye başlamıştı ada! Başka güzel gelişmeler de yaşanıyordu. Ekonomik anlamda eşitlik sağlamak için mesleklerin maaşlarına düzenlemeler gelmişti. Hiçbir adada fakir aile kalmasın, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlarını kolayca karşılayabilsinler diye adaletli bir gelir dağılımı yapılıyordu. Adalarda demokratik bir süreç yürütülüyor ve yönetim kadrosu oylama usulü belirleniyordu. Komutan, zamanında nasıl ki Dördüncü Ada'daki kamptakilerin "baba"sıysa, şimdi tüm halkın babasıydı. Çok seviliyordu. İkinci Ada'dakiler alışkanlıkları sonucu onun dev afişlerini sokaklara asmışlardı ve fakat kendisi bu duruma çok sinirlenip hepsini indirtmişti. Asla ve asla bu şekilde sevgi gösterilerini kabul etmeyeceğini, ona sevgi göstermek istiyorlarsa çevrelerini yeşillendirip temiz tutmalarının yeterli olacağını söylüyordu. Sıkışık nüfus da diğer adalara dağılmıştı. Yeni yapılmaya başlanan toplu konutlar yıkıldı. Planın temellerini atan ve başarılı şekilde yürüten ekip hala bir aradaydı. Asker, ona bağlı ufak çaplı bir orduyla dıştan gelecek tehlikelere ve içeride oluşabilecek sorunlara karşı doğrudan Komutan'a bağlı bir şekilde liderliğini sürdüyordu. Kamo, Beşinci Ada'daki kötü anıların silinmesi için tüm benliğiyle çabalamıştı ve hala da çabalamaya devam ediyordu. Koca adayı ormanlaştırma ve kuş cennetine çevirme tutkusuyla canla başla çabalıyordu. Meğerse kuşların göç rotaları üzerindeymiş ada ve maalesef onlar bile konmak için berbat bir yer olduğunu anlamışlar zamanında. Ne kadar acı!
Yeniden kendi mütevazı hayatımıza gelirsek; annemle babam hiç olmadıkları kadar mutluydu. Beni, artık daha iyi olduğumu gözlemledikleri için, eskisi kadar diplerinde tutmuyor, el ele verip adaları dolaşıyorlardı. Her akşam evde buluştuğumuzda o gün şahit oldukları enteresan şeyleri anlatıp satın aldıkları yiyeceklerle sofra hazırlıyorlardı. Rutini bozan sürprizleri de olmuyor değildi. Bir gün ters dönüp düzelememiş ve ölmek üzere olan bir kaplumbağayla gelmişlerdi eve. Şu an bizimle aynı evde yaşamakta olan; "Pita"yla. Pita veterinerin dediğine göre çok yaşlıydı ama yaşına göre iyi durumdaydı. Tahmin ettiğimizden daha hızlı hareket ediyor ve daha çok yiyordu. Babam onun varlığını unutup birkaç kere ezecek gibi olmuştu da annemin çığlıklarıyla canını zor kurtarmıştı zavallı hayvancağız. Eve neşe getirdiği kesindi. Kaçmasından korktuğumuz için bahçeye çıkarmıyorduk. 5 Ada'da bu tip ufak 'esaret' durumları devam ediyordu yani anlayacağınız. Pita yakaladığı marul parçasını afiyetle yerken benim canımsa tatlı birşeyler çekiyordu. Sebebi malumdu. Regli olmuştum ve her ay olduğu gibi bu ay da ağrım çoktu. Umarım annemle babam gelirken tatlı birşeyler de getirir diye düşünürken dışarıdan gelen bağırışmalar duydum. Gidip bakmaya hiç gücüm yoktu. Ayaklarımı uzatmış baş ağrımın geçmesini bekliyordum. Reglimin ilk gününde değil evin dışına çıkmak, diğer odaya geçmek bile ölümdü. Yavaştan akşam oluyordu zaten, herhangi bir aksiyon yaşamak için fazla huzurlu saatlerdeydim. Bir de başımın ağrısı olmasaydı, kesin limonlu kek pişirirdim. Evet evet aynen öyle, yanına da güzel bir çay... Evdeki yeni fırından çıkmış kek kokusu kadar rahatlatıcı çok az şey vardır bana göre...
   Bir saat kadar sonra başımın ağrısı tam geçmemiş olsa da daha iyiydi. Kapının önünde tıkırtılar duyunca annemle babamın geldiğini anladım. Elleri kolları dolu olduğu için ve poşetleri yere bırakmak için fazla titiz olduklarından o şekilde kapıyı açmaya çalışıyorlardı.
-"Biz geldiiik!!!" dedi annem neşe içinde. Uzun kabarık saçları neşesiyle uyumlu şekide dalgalanıyordu. Onu böyle hayat dolu görmek çok güzeldi.
-"Hoş geldiniz. Ne yaptınız bakalım karı koca?? Nerelere gittiniz??"
-"Bu sefer adanın dışına çıkamadık. Sahilde bağırıp duran kalabalık bir grup vardı. Çekindik açıkçası" diye seslendi annem bir yandan ellerini yıkarken.
-"Evet ben de duydum bağırışları, çıkıp bakmaya üşendim. Neymiş peki?" diye sordum.
Babam elindeki poşetleri kenara bırakıp bana döndü.
-"Tekneyle dışarıdan gelen yabancı bir adam varmış."

5 ADAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin