-"Nasıl yani?" dedim sessizce, şoktan sesim içime kaçmıştı.
-"Şöyle ki; hatırlıyorsan sana ülkeme dair hiçbir şeyin kalmadığını söylemiştim. Onların tabiriyle bizim gibi 'topraksızları' kendilerine asker yapmak isteyenler oldu."
Yutkunmaya çalıştım olmadı. Yürümeyi unutup kendime tekrar yüklemem gibi, yutkunmayı da baştan yüklemem gerekiyordu sanırım.
-"İyi misin Luna?" diye sordu.
-"Sayılır" dedim isteksizce.
-"İstersen gerisini başka zaman anlatayım."
-"Devam et lütfen."
-"Çok da uzatacak bir şey yok aslında... Bunu talep edenler, henüz bir vatanım varken, düşman olarak gördüğümüz taraftaydı."
-"Doğru mu anladım?? Düşman, seni ve senin gibileri kendine asker mi yapmaya çalıştı??!!"
-"Evet, aynen öyle. Ön saflarda savaştıracaklardı. Kendi askerlerinden önce biz ölelim diye..."
-"Onlar açısından bakarsak, fazlasıyla mantıklı!"
Güldü.
-"Evet, gerçekten de iyi bir savaş stratejisi..."
-"Sen ne yaptın peki??!! İstemedin tabii..."
-"İstemedim. Düşmana asker olup ölmektense, hapishanede ölmeyi tercih ettim ki; onların yanında yaşamaktansa yine ölmeyi tercih ederdim."
-"Doğrusu da bu zaten..."
-"Bize göre doğru Luna, onlara göre büyük hata..."
-"Haklısın."
-"Haklıyım da... Haklı olmak, adaletin olmadığı yerde hiçbir işe yaramıyor maalesef ki..."
-"Peki neden direkt öldürmediler de hapse attılar?"
-"Belki işlerine yararım diyedir. Eğitimli pek kimse kalmamıştı savaştan geriye tahmin edeceğin gibi..."
Bir süre daha anlattı. Sandığının aksine ağlamamıştım. Eğer ona duyduğum güveni sarsacak bir şey duysaydım, işte o zaman ağlardım. Onun anlattıklarıysa; her aklı başında insanın yapacağı şeylerdi. Tüm bu konuşma sonunda, ona duyduğum duygulara; 'gurur' da eklenmişti. Kendimle de gurur duyuyordum. Bir yola çıkıyorsanız, yoldaşınızı iyi seçmeniz gerekli ve ben de iyi bir yoldaş seçmeyi başarmıştım.
-"Mağaranın içini mi keşfetsek? Bakalım derinliği ne kadar, toplam kaç daire var" diyerek konuyu değiştirdim.
-"Tamamdır" dedi.
Kapıyı açmamızla bu küçük planımız suya düştü.
-"Ben de size geliyordum" dedi dün bizi götürüp getiren şoför.
-"Yine mi onlara gidiyoruz yaa??" dedim dudak bükerek.
-"Yok, bu sefer alışverişe gidiyorsunuz" dedi sevinçle. Adam bizi sevmişti galiba.
-"Ne alışverişi??" diye sordu Serbey şaşkınlıkla.
-"Dairedeki kıyafetler özel güvenlikler ve eşleri için..."
-"Evet?"
-"Siz bir projeye liderlik edecekmişsiniz. Serbest giyinebileceğinizi ilettiler."
-"Mağaradan çıkıp mağazaya mı gidiyoruz yani?" diye sordu Serbey ki; bu kesinlikle benim soracağım tarz bir soruydu.
-"Evet, İkinci Ada'da yapacaksınız alışverişi. Giderken ve dönerken teknenizde kaptanınız size eşlik edecek."
Tekne kaptanımız mı?? Bizim kaptanımız mı var?? Tabii öncesinde sormam gereken şuydu; "Bizim bir teknemiz mi var??!!" Yine benim yerime Serbey'den gelmişti soru.
-"Anlayamadım, bir teknemiz mi var bizim??"
-"Evet efendim."
Efendim mi??!! Ne ara, "sefil yaratıklar"dan "efendi" sınıfına geçmiştik biz?? Bu adada zaman kırılması mı yaşanıyordu acaba??
Serbey'e; "Adamın ne dediğini sen de duydun mu???" der gibi baktım. O da bana; "Evet yalnız değilsin ben de duydum" der gibi baktı. Bakışarak anlaşmak çok seksiydi.
-"Biz hazırlanalım o zaman" dedi adama.
-"Bu arada ben de artık size çalışacağım. Sadece size...Artık özel şoförünüzüm."
Özel şoför, özel kaptandan sonra pek de şey değildi tabii...
-"O zaman hepimize hayırlı olsun" diye sahte bir sevinçle çığırdım. Garip bir çıkış olmuştu ama hazırlanmaya geçmemiz için bir kapanış lazımdı. Ben ne yapayım!
Bundan sonrası çok komikti. Adaya mülteciler gibi çıkmamışız gibi, el üstünde tutularak 'özel' teknemize bırakıldık. Kaptan kırkların sonunda güler yüzlü, çok tatlı bir adamdı. Emekliliği yakın diye bu kadar hayat doluydu sanırım. Kurtulacaktı buradan yakında.
İkinci Ada'ya indiğimizde de bizi bir araç bekliyordu. Askeri araç değildi bu sefer. Aracın şoförü, buranın en ünlü mağazasına doğru yola çıktığımızı söyledi. Yolda giderken acaba afişlerimiz de basılmış mıdır diye bakınıyordum.
-"Çok ayıp! 'Hoş geldiniz' yazıları nerede??!!" Afişlerden sorumlu her kimse, söyle derhal Beşinci Ada'ya atılsınlar kocacığım!"
Serbey kahkaha attı. Şimdiye kadar kahkahasını duymamıştım. İçim mutlulukla doldu.
-"Tabii ki sevgili karıcığım. Bu arada teknemiz daha yeni olduğu için pırlanta kaplatamadım. Kusura bakmadın değil mi?"
-"Kusura baktım. Altın sarısına da boyansın lütfen, hatta komple altın kaplama olsun!"
-"Bizim dalgasını geçtiğimiz şeyleri insanların ciddi ciddi yapıyor olması ne acayip..." dedi düşünceli bir şekilde.
-"Her şey ailede başlıyor. Anneannemin bir lafı vardı; Anası babası donsuz gezen, kıçta don görünce garipsermiş."
Serbey yine kahkaha attı.
-"Süpermiş!"
-"Ohooooo... Anneannemde daha ne laflar vardı. Hepsini üst üste sıralayıp işin büyüsünü kaçırmayayım. Yeri geldikçe yapıştırırım."
Serbey bana aşk ve özlem dolu gözlerle baktı. Evet ikimizin de sevişesi gelmişti ama şu anda pek müsait bir yerde değildik maalesef.
-"Daha ne kadar yolumuz kaldı?" diye seslendim şoföre, camı açıktı. Dışarının sesinden beni zor duymuştu.
-"Az kaldı efendim."
Benden yaşça büyük insanların bana böyle hitap etmesinden hoşlanmıyordum. Kötü hissediyordum kendimi.
-"Bakın, karşısı..."
Karşımızda cam kaplı, kocaman bir mağaza vardı.
-"Mağaza da ada gibi sevimsiz!" dedim.
Şoför hızlıca inip benim tarafımdaki kapıyı açtı. Tüh!! Bu kadar ihtimam göreceğimizi bilsem dünkü düğün ayakkabılarını giyer gelirdim.
-"Hoş geldiniz!" diye coşkuyla karşıladı genç bir kız bizi.
-"Hoş bulduk" dedim mağazalardan içim sıkıldığı için pek de hoş bulmadığım halde.
-"Alışveriş süresince sizinle ben ilgileneceğim Luna Hanım, beyefendiyle de erkek bölümünde ilgilenecekler. İkinci katta..."
-"Sen bak istediklerine, ben de gidip halledeyim. İşim çok uzun sürmez zaten" dedi Serbey.
Görevli kız bedenime göre kıyafetlerin olduğu bölüme götürdü beni. Birşeyler seçtim. Denemek istemiyordum. Hep gerilirdim alışveriş yaparken. Bir an önce tamamlamak istiyordum ihtiyaçları.
-"Bakın bu da var. Yeni geldi bunlar. O kadar sevdim ki birini kendime ayıracaktım. Sonra fiyatının bir maaşım kadar olduğunu görünce... Biz çalışanlara çok az indirim yapıyorlar da maalesef..."
Tatlı bir kızdı. Hiçbir şeyden haberi olmayan tatlı bir kız...
-"Evet çok güzelmiş, kendi bedenimden iki beden küçüğünü rica ediyorum."
Kız şaşırdı ama istediğim bedeni askıdan bulup aldı. Çok çelimsizdi. Kolunda biriken kıyafetleri zor taşıyordu.
-"Bence bu kadar yeterli" dedim.
-"Daha çantalar ve ayakkabılar var Luna Hanım, isterseniz önce dinlenin. İçecek bir şey ikram edelim size."
Yürüyen merdivenlerde Serbey'i ve ona yardım eden satış danışmanını gördüm. İşlerini bitirmiş aşağı iniyordu bile demek! Kesin modellere bakmayıp ne öneriliyorsa onları almıştı. Yüzündeki sıkılmış ifadeyi uzaktan da seçebiliyordum.
-"Yok, teşekkür ederim. Hızlıca onları da halledelim biz en iyisi."
Her şey o kadar pahalıydı ki, seçerken resmen içim acımıştı. Annemin altını görünce dediği söz geldi aklıma. Lüks markalara verilecek bu paralarla Dördüncü Ada'dakiler bir hafta doyardı. Ne kadar acı!
Aşağı indiğimizde kasa arkası bize ayrılanlarla doluydu. Çok utanmıştım ama yapacak bir şey yoktu.
-"Ödemeyi nasıl yapacağız?" diye sordu Serbey. Belli ki "onlar" karşılayacaktı ödemeyi. Serbey'de zaten bir PUN bile yoktu. Nasıl olacaktı ki zaten, buralı bile değildi. Benimse, birikmiş tüm param evimden ayrılırken cüzdanımda ne varsa oydu. Bir de zor günler için annem, babam ve anneannemin parası bankadaki hesapta duruyordu. O paradan harcamaya elim gitmiyordu. Sanki bana ait değilmiş ve harcamam ayıpmış gibi geliyordu çünkü. Bir başıma kaldıktan sonra mesleğimi yaparak para kazanmaya başlamıştım. Bütün adalarda toplam üç kişi astronomi eğitimi aldığı için, iş bulmam kolay oluyordu. Diğer iki mezundan erkek olan zorunlu asker yapılmak üzere adadan alınmıştı. Kadın olan ise evlenip iki çocuk yapmıştı. Mesleğini yapmıyordu.
-"Aldıklarınızı paketleyelim sonra gidebilirsiniz. Ödeme, yöneticilerimizin çalışanları tarafından sonra yapılacak."
Yapılan bedava alışveriş belki başkalarını mutlu edebilirdi. Aileden iyi bir terbiye almışsanız eğer; kendinizi bok gibi hissettiriyordu. Canım ailem ve bana verdikleri terbiye sayesinde; şu an ben de bok gibi hissediyordum. Midem ağrımaya başlamıştı.
-"Bir tane benim bedenim olmayan bir kıyafet vardı onların içinde. Rica etsem bulabilir misiniz?" Kasadaki çalışanlar hızlıca etiketleri kontrol etti.
-"Bu mu acaba? Diğerlerinden iki beden küçük."
-"Evet o, onu ayrı paketlerseniz sevinirim."
Kadın ilk önce onu paketleyip verdi.
-"Ben hemen geliyorum" dedim Serbey'e sessizce.
Alışveriş sırasında bana yardımcı olan kızı arıyordu gözlerim. Ufak tefek olduğu için askılardaki kıyafetlerin arasında kaybolmuştu. Bir süre sağa sola bakındım. En sonunda bulabildim onu.
-"Eğer kabul edersen çok sevinirim. Bu sende, bende duracağından çok daha güzel duracaktır."
Çok şaşırmıştı kız. Gözleri doldu. Sessizce;
-"Luna Hanım, kendinize çok dikkat edin. Benim babam Birinci Ada'daki bir mağaraya çalışmaya gidip geliyordu. Neredeyse bir haftadır ondan haber alamıyoruz, çok korkuyoruz" dedi.
Babası... Çöpçü...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
5 ADA
FantasyZamanı ve mekanı belli olmayan bir hikayedesiniz. Ülkeler artık yaşanmaz halde, çözüm taşınılan adalar mı, yoksa durum orada da aynı mı? İnsan gittiği her yere aynı adaletsiz düzeni mi götürüyor? Peki ya bu şartlarda birbirini sevebilmek mümkün mü...